Tarihte önemli günler vardır; milletlerin var olması, yeniden tarih sahnesine çıkması, büyük zaferler gibi… Milletler de insanlar gibi hafızaları ile yaşarlar ve yarınlara emin adımlarla yürürler. Belleğini kaybeden, geçmişini hatırlamayan bir insan bugününü ve geleceğini sağlıklı bir biçimde oluşturamaz Tarihini bilmeyen, tarihine gerekli önemi vermeyen milletler, meselelerine çözümde bulamazlar.

Tarih, insanlara ve milletlere “devamlılık”, “süreklilik” düşünce ve duygusunu aşılar. Bugün millet olarak sahip olduğumuz bütün değerler sistemi, milli kültür unsurları atalarımızın bize bıraktıkları miraslardır. Bu mirasın zenginleştirilerek, işlenerek gelecek nesillere aktarılması önemli bir milli görevidir. Bu görevin idraki içinde olmak ancak tarih bilmekle mümkün olur. Yoksa milletlerin hayatında “devamlılık” düşüncesi oluşamaz. Nesiller arasında kopmalar meydana gelir.

Tarih acı-tatlı hatıraların, önemli başarıların yaşandığı bir zaman dilimini ifade eder. Bu sebeple, birlikte yaşanan bir tarih, insanlar arasında “millî birlik ve bütünlük” fikrini geliştirir. Bu fikir ve duygu milletlerin hür ve bağımsız olarak yaşamalarının güvencesidir. Tarihin bir diğer önemi de, kendi kültürünü ve medeniyetini iyi tanıyan, ona sahip çıkma ve onu geliştirme şuuruna sahip nesillerin yetişmesine olan katkısıdır. İyi bir tarih eğitimi almış, kendi milletinin tarihteki başarılarını öğrenmiş genç nesiller, milletlerine güven duyarlar ve başka milletlere hayranlık beslemezler.

Osmanlı İmparatorluğu, 1918 yılının sonlarına gelindiğinde I. Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılmış, Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak dağılma sürecinin sonuna gelmiş bir devlet görünümündeydi. Avrupa devletlerince hasta adam olarak nitelenen Osmanlı; imzaladığı ateşkes ile Boğazların hakimiyetini, yeraltı kaynaklarının kullanım haklarını ve donanma ile ordu üzerindeki tüm emir haklarını İtilaf Devletleri’ne devretmişti.

Mondros Ateşkes Anlaşması’nı takiben İzmir Yunanlar, Adana Fransızlar, Antalya ve Konya İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Bunların yanında Urfa, Maraş, Antep, Merzifon ve Samsun’a İngiliz askerleri çıkmış, İstanbul’da ise Kraliyet Donanması demirlemişti. Bunlara bir tepki olaraksa Türkler tarafından Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti, Redd-i İlhak Cemiyeti gibi cemiyetler kurulmuş ve işgali sonlandırmanın çareleri düşünülmeye başlanmıştı.

Bu bakımdan Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın Kuva-yı Milliye’nin teşkilatlanması aşamasında yayımladığı beyanname, milli direnişin hak ve görev olduğunu bütün dünyaya haykırmıştı : ’’Bir milletin asırlarca uğruna kan döktüğü mukaddesatına tevcih elden tecavüze karşı ihzar edilmekte olan müdafaa-i meşruasına bu dünyada hiçbir mani olamayacağını her ferde bir defa daha ihtar eylerim. Herhangi bir memur veya şahıs bilvasıta veya bilavasıta teşkilattı işgal, men veya ifsat ile heyecanı mucip olursa mıntıka kumandanlarınca derhal kanunun emrettiği en ağır ceza tatbik edilecektir. İcabında mevki memuriyetimden bittecerrüt ve bir ferd-i millet olarak mübarek vatan ve mukaddes milletin uğrunda çalışmaya devam edeceğimi alenen taahhüt ediyorum.’’

Aslında; geleceğimiz, geçmişimizde gizlidir. Uyanık ve aydınlık düşünceli insanlar onun şifresini çözerek daha geniş zamanlara yürürler.

19 Mayıs, işte bu bakımdan oldukça önemli bir gündür. 19 Mayıs 1919, Milli Kurtuluş Savaşımızın başlangıç ve doğuş günüdür. Bir milletin uyanış mücadelesine başladığı, tek bir yürek etrafında birleştiği gündür. 19 Mayıs, kutlu bir başlangıçtır. Ama asla bitmeyen bir yenilenme ve gelişme süreci olmuştur. Atatürk, Nutuk’un girişinde genel durum ve manzarayışöyle ifade eder:“1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve manzara: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalamış, Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde.’’

Yorgun ve fakir milletin, vicdan ve namus borcu bildiği milli egemenlik yolundaki gayreti, önderlerin basiret ve cesareti sayesinde vatan kurtarılmış, devlet yeniden inşa edilmiştir.

Devlet bekasının tehlikede bulunduğu en yetkili ve sorumlu kişiler tarafından dillendirilirken 19 Mayıs ruhunun azim ve kararlılığınaolan ihtiyacımız ortadadır. Bu dönemde bağımsızlık ve hürriyet kavramları yeniden anlam kazanmaktır. Kurucu felsefe, temel değerler ülke ve millet bütünlüğü, birleştirici kuvvet çerçevesinde her vatandaşın ana gayesi olmalıdır. Bunun yolu, bütün vatandaşlara esas hedef olarak gösterilmelidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlattığı özgürlük ve bağımsızlık hareketi, dalga dalga tüm yurda yayılmış, milletimizin azim ve kararlılığıyla birleşerek, adını tarihe altın harflerle yazdıran büyük bir zaferle sonuçlanmıştır. Atatürk,doğum günü olarak kabul ettiği bu günü de bu vatanın aydınlık, genç kuşaklarına hediye etmiştir. Böylece Yeni Türkiye kurulmuştur. Bu günü karalamaya, aşağılamaya, küçümsemeye kalkanlar, kendi çukurlarında debelenip durmaya devam etsinler.

Türk milleti olarak  Bandırma vapuruna yeniden biner, ay-yıldızlı albayrağımızı bağrımıza basıp Kuva-yı Milliye’nin cesur erleri olmaya and içtiğimizi de belirtmek isteriz.