Demokrat kimliğine sahip olan demokrasiyi bilir, insan hak ve özgürlüklerine inanır. Onlar ne demokrat oldular, ne de insana değer verdiler. Âleme şer, insanlığa dert oldular.

Demokrasi ve barış gibi kavramlar, zorbalığa dayalı literatürlerinin temel dayanağı oldu. Meşruluklarının kaynağını iğdiş ettikleri terimlerle sağladılar.

En büyük yetenekleri senaryo yazmaktı. Kitle imha silahları onlara aitken, yaptıkları kehanetleriyle işgal etmeyi planladıkları ülkeleri, dünyayı yok etmek için nükleer silah üreticisi ve sağlayıcısı olarak göstermeyi iyi bildiler.

Meydan boşsa, sahada etkin oldular. Halı saha veya yeşil saha ayrımına girmeden her ne pahasına olursa olsun, istediklerini almayı hedef bellediler.

Kendi pazarlarında yabancı ürünlerin satılmasını yasaklayan, kendi üreticilerini yabancı üreticiler karşısında ezdirmemeyi ilke edinen devletleri düşman bildiler.

Uyguladıkları ekonomik ambargolarla ilaç ve gıda bulamayan milyonlarca çocuğun hastalanması ve ölmesi, kendileri dışındakilerin yaşaması için ne kadar duyarlı olduklarını ortaya koyar.

Sömürdükleri ülkelerde yeniden bağımsızlık kazanmak için savaşanları mağaralarda dumanla boğma; yakaladıkları esirleri top namlularının ağzına bağlayıp ateşleme, onların nasıl bir vahşilik dürtüsüne sahip olduğu konusunda ipucu verir.

Zencilerin, Japonlarla gizli işbirliği içine girerek ülkeyi istila edecekleri yalanı üzerinden katledilmesi onlardaki haydutluğun açık göstergesidir.

İkinci dünya ülkelerini işgal ederken, yerli halkın midesine su doldurarak işkence etme barbarlığı, yaptıkları eziyet ve katliamın kan donduran niteliğini ele vermektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi ve benzeri uygulamalarla Ulus Devletleri kendi boyundurukları altına sokmak için sistematik medya ve politika hücumlarıyla etnik ve mezhepsel çatışmaları körüklemeyi demokrasi retoriği üzerinden dillendirmek, “Batılı İstenmeyen Devletler”in en önemli özelliğidir.

Gittikleri yerleri asli hüviyetinden uzaklaştırarak oralara demokrasi ve özgürlük vaat ederek yoksulluk, sefalet, kutuplaşma, çatışma ve düzensizlik götürmek maharetli oldukları alanın başında gelmektedir.

Geri kalmış ülkelerde kukla hükümetler kurdurarak bölgeleri terbiye etmek, sömürüyü kolaylaştırmak için istedikleri politikaları uygulatmak başarılı oldukları önemli bir sahadır.

Teknolojisiyle, medyasıyla, silahlarıyla, ekonomisiyle “kendisine teslim olmayanları, Tanrılığını, Özneliğini tanımayanları”, tehditkâr bir üslupla uyarıyor.

Saratoga’nın, Muavenet’in, merhum Eşref Bitlis Paşa’nın ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşürülmesinin ve darbe operasyonlarının hangi emellerle yapıldığı malum.

Yunus Emre’nin dediği gibi, “Çerağıma kast edenin/ Hak yandırsın çerağını” demeye kimsenin niyeti bulunmamakta.

Hiç kimse, Anadolu yaylalarına uzun süredir çekilmiş olanların, meydan okuma potansiyelini kaybettiği vehmine kapılmasın...

Kürşad’ın 40 çerisini ve Kavimler Göçü’nü yeniden hatırlamak ve hatırlatmak da boynumuzun borcu olsun.