Hepinizin, hepimizin aylardır kafamızı meşgul eden sorunun bu olduğunu biliyorum. Her yıl tatil konusunda iki mevzu kafamızı meşgul ederdi, parası ve neresi…
Bu yıl öyle değil!
Bu yıl kafamızdaki soru, temel bir konu aslında: “Tatile gidelim mi?”
Aslında, “tatil” sözcüğü tam karşılamıyor burada söylediklerimizi. Tatil başka şey, seyahate çıkıp denize girmek başka…
Ancak, “galat-ı meşhur” olmuş işte…
Peşinen söyleyeyim, ben bu yıl tatile, yani denize gideceğim. Hem de gönül rahatlığıyla…
Çünkü son 7 yıldır aynı yere gidiyorum, ancak bu yıl, benimle “her yıl aynı yerde tatil yapılır mı kardeşim” diye dalga geçenlere nispet, ne kadar doğru bir yer seçtiğimi göstermiş olacağım…

Nasreddin Hoca saz çalıyormuş…
Dinleyenlerden biri, “Hocam, ben daha önce de saz çalanları gördüm. Onlar, sazın sapını tuttukları ellerini sürekli yukarı aşağıya dolaştırıyor. Senin o elin neden hiç hareket etmiyor, aynı yerde” demiş…
Hoca yapıştırmış cevabı: “Onlar, benim bulduğum yeri arıyor…”
Son yıllarda Marmaris-Orhaniye’de tatil yapıyorum. Daha önce de yazmıştım, “İncir” isminde bir yer buldum. Özellikle “yer” diyorum, çünkü isimlendirmek çok zor…
Kız Kumu Plajı’nın hemen yanında bir sahil, güzelim dev okaliptüs ağaçlarıyla kaplı, boşluklara serpiştirilmiş yedi bungalov, her yıl daha da güzelleşen meze ve yemekleriyle bir restoran, neredeyse hiç değişmeyen, güler yüzlü çalışanlar ve (bana yine kızacak biliyorum) neredeyse obsesif kompulsif düzeyinde temizlik ve titizlik hastalığına sahip bir işletmeci…
Bu yazdıklarımı yine anlamayıp, “Reklam mı yapıyorsun” diyenler için söyleyeyim peşinen: “Bu yazı, Orhaniye İncir’i değil, tamamen kendimi övmek için yazdığım bir yazıdır.”
Ne kadar doğru keşifler yaptığımı anlattığım bir yazımdır efendim…

Biraz anlatalım…
Orhaniye İncir’e her yıl gidiyorum ve ilk gittiğim haricinde hep kalabalık olduk. Öyle çok anlatıyorum ki, hiç yalnız gitmek durumunda kalmadım…
Bir kere İncir’in en çok anlatılacak yanları restoran ve odaları. Küçük bungalovlar öyle şirin döşenmiş ki, işletmeci Hakan Özalp’in tam bir nokta atışı…
Ben, o odaları görüp de beğenmeyecek, içi rahat tatil yapmayacak bir kadın tanımıyorum. Eeee, Hakan Özalp de biliyor kadınların nelere titizlendiğini…
Odalarda televizyon ve buzdolabı yok. Manyetik alan oluşmasın, ses yapmasın niyetiyle. Siz istemeseniz de her gün, neredeyse zorla temizleniyor odalar. Havlular, plaj havlusu dâhil, her gün sabun tozuyla yıkanıyor, isterseniz yıkama işlemini takip edebiliyorsunuz…
Buzdolabı yok, ama 24 saat açık buzdolaplarından faydalanabiliyorsunuz. Çocuğunuz küçük ise sabahın köründe mutfak size özel açık.
Kahvaltı efsane. Benim gibi yemeğini hızlı yiyen insanlar bile saatlerce kalkamaz kahvaltı masasından. Öyle çok yiyorsunuz ki, neredeyse akşama kadar acıkmazsınız. Tabii deniz aralarında, sahile istediğiniz meyve ya da atıştırmalıkları saymazsak…
Mutfak, kontrolünüze sürekli açık. İstediğiniz zaman gidip bakabilirsiniz. Bir gün odadan çıkınca, kayınvalidem ile iki ablamın taze fasulye ayıkladığını gördüğüm o anı asla unutmayacağım…
Şezlongların arasına istediğiniz kadar mesafe koyabiliyorsunuz…
Zaten akşam yemeği için deniz kenarına konulan masalar arasındaki mesafe de (şimdi sosyal diyoruz ya) rahatça sohbet etmeniz için elverişli…
Çevrede o kadar çok “fotoğraflık alan” var ki, ablamlar, tatillerinin ilk gününü ailecek fotoğraf çektirmeye ayırdı. 
İsterseniz kano, isterseniz bot ile civar koylara da ulaşmak mümkün. Hemen yakından tekne turları başlıyor, ama Orhaniye’de hiç denemedim…
Tatili bir hafta tutarsanız, üç gün canlı müziğe denk gelebilirsiniz ayrıca…
Neyse, daha fazla ayrıntı isteyen, sosyal medya hesaplarına başvurabilir…
Evet, anlatmadığım şeyler de var…

Diyeceğim şu ki…
Bu yıl rezervasyon yaptırmak için beraber tatil yaptığım kişileri aradığımda, “Bu yıl tatile gidecek miyiz Hakkı? Ne kadar sağlıklı olur” cümlesiyle karşılaşınca, ister istemez, nazımı çeken birkaç uzmana sordum…
Bana, “Öyle kalabalık, her şey dâhil otellere bu yıl mesafeli olmakta fayda var. Tehlikeli demiyorum, ama temkinli olmakta fayda var. Hijyene, özellikle temizliğe samimiyetle önem verdiğini bildiğiniz, az odalı, sosyal mesafeyi korumaya olanak veren, mutfağını istediğiniz zaman görebileceğiniz, girebileceğiniz; butik yerleri tercih etmelisin” dedi hepsi, sanki sözleşmiş gibi…
Ben de dedim ki: “Ben yıllardır tarif ettiğiniz yere gidiyorum zaten. Desenize, pandemi için önlemimi çoooktan almışım.”
Hemen Aysun hanımı aradım rezervasyon için…
Tek uyanık ben miyim?
Rezervasyonlar başlamış ve hatta tarihlerde sıkıntı bile baş göstermiş…
Hakan Özalp'i arayıp, “Söz veriyorum ağbi temizlik kurallarına riayet edeceğiz. Tırnaklarımız kesilmiş, dezenfektan kullanımındaki kurallarına uymaya hazır halde olacağız. Denizden çıktıktan sonra bile ellerimizi yıkayacağız. Bize oda ayarla lütfen” dedim…
Rezervasyonumuz tamam…
Haa şunu söyleyeyim, fiyatlar bir tık yüksek…
Ama ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Neye göre pahalı?
Bir şeye “pahalı” diyebilmek için eşitleriyle karşılaştırmak gerek, öyle değil mi?
Neyse, diyeceğim şu…
Nasreddin Hoca misali…
Ben, evet yıllardır aynı yerde tatil yapıyorum, ama söyleyin şimdi bana, bu süreçte, Nasreddin Hoca misali, insanlar şimdilerde, benim bulduğum yeri aramıyor mu?