Kemal Kılıçdaroğlu, bugün İzmir’in Ödemiş ilçesinde çiftçilerle bir araya geldi. Toplantı, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Toplantıda çiftçiler de kürsüye çıkarak sorunlarını anlattı. İzmirli çiftçi Fatma Doğan, 2007 yılında büyükbaş hayvancılığa başladığını belirterek şunları söyledi:

“Üç inekle hayvanımı başlattıktan sonra yükselmeye başladım, 40 ineğe kadar çıktım. Bugün gelinen nokta; düşüşe geçtim. Her ay beş inek satıp ineklerimin karnını doyurmak zorunda kaldım. (Eliyle boğazını göstererek) Artık buraya geldi. Son noktadayım. Başkanım, elinden ne gelir? Bizim sesimizi nasıl Meclis’e taşırsan taşı. Artık dayanacak gücüm kalmadı. Ben, bir çekirdek aileyim. Bir oğlum var, üniversite mezunu, edebiyat öğretmeni. Türkiye genelinde 450 öğretmen alıyor, bu bölümde. 100 üzerinden 100 puan alsa atanması mümkün değil. Toprağımda çalışmak, hayvanımı büyütmek zorundayım. Artık nasıl yaparım bilemiyorum. Her gün gelen zamlardan psikolojim bile bozulmak üzere. Yeter artık, yeter. Nasıl insanlarımız koyun gibi oldu da sesini duyurmuyorlar? Nasıl insanlarımız bu noktaya geldi?  

“ZAM, ZAM, ZAM”

Her gün zam. Gübreye, mazota zam. Zam, zam, zam. Biz iyi kötü… Ben, 57 yaşındayım, bir şekilde hayatımı sürdürebilirim. Genç nesillerimiz ne yapsın? Onların gününü karartmaya ne hakkımız var bizim? Genç nesillerin önü açılmasın mı, onlar iş, ekmek sahibi olmasın mı? Saman; şu balyayı inek bir günde yer, bir günde. Gelen misafirime 10 kilo, beş kilo süt kokuyordum. Değil gelen misafirime süt koymak, kendi karnımı zor doyuruyorum. Ne olur yani? Artık dayanacak gücümüz de kalmadı. Maddi ve manevi yıkıldık artık. Herkes sesini duyurmalı. Herkes korkuyor konuşmaktan. Niye konuşuyoruz? Hakkımızı aramak suç mu? Ne zamandan beri hakkımızı aramak suç oldu? Herkes kendi gölgesinden korkar oldu. Korkmayacağız. Yetkili yerlere sesimizi duyurma zamanı; birlik olma, dayanışma zamanı. Birlik olalım, beraber olalım, her yerden sesimizi duyuralım. Bu böyle olmaz. Biz, bunu hak etmiyoruz. Biz, böyle yaşamayı hak etmiyoruz. Toprağımıza sahip çıkmalıyız. Üç türlü mahsul yetişir bir yılda topraklarımızda. Üç hasat kaldırabiliriz. Ben, bu yıl 20 dönüm toprağımın 10 dönümünü ekemedim. Ekemedim, boş yani. Niye boş kalsın? Benim milletim, yetiştirsem, yese olmaz mı? Aslında bu herkesin sorunu. Herkese sesini duyurma zamanı. Birlik beraber olalım lütfen. Atatürk’ün dediği gibi köylü milletin efendisidir.

Her ay beş inek satıyorum. Damımı küçültmeye başladım. Sütün litresi 650 liraydı (kuruşu kastediyor), yemin çuvalı 20 liraydı, Herkes kazanıyordu. Kazanmadık dersek yalan olur yani. Allah’a şükür çocuklarımı ineklerimle okuttum. Bu noktaya öyle geldim.”

“ÇOCUĞUM ŞEKER ALAMADAN DÖNDÜ”

Bir diğer çiftçi kadın Kader Başaran ise her gün üretmek için uğraştığını ancak şu anda yokluk içinde olduğunu dile getirerek şöyle konuştu:

“21 yılık evliyim. 21 yıldan beri her gün çabalıyordum. Evime katkım olsun, çocuklarımın geleceği olsun. Bizim geçeğimiz kalmadı, ama çocuklarımızın geleceğini kurtarmak istiyoruz. Çocuklarımızın da gelece bitmek üzere. Ben, eken, biçen, yumurtasını kendi üreten... ‘Hadi oğlum şeker al gel’ dedim. O çocuk, o 20 lira ile geriye geldi. ‘Anne, şeker 25 lira olmuş’ dedi, şekerini almadan geri geldi.”

ARTIK ZARAR ETMİYORUZ Kİ. ÇÜNKÜ BATTIK”

Çiftçi kadın Hamiyet Esin, kendilerini en çok mazot fiyatlarının zorladığını belirterek, “İkincisi gübre, üçüncüsü elektrik. Kullandığımız zirai ilaçlar. O kadar farklı ki. Geçen sene 250 liraya aldığımız zirai ilacı bu sene 1,5 (bin 500’ü kastediyor) liraya alıyoruz. Onu da almak zorundayız. Almazsak ürünümüz yetişmeyecek” dedi.

Çiftçi kadın Meliha Yılmaz, süt ve et ürettiğini dile getirerek şunları söyledi:

“Sorarsanız; 95 liraya kesim, 120 liraya maliyet. Yem 380, süt 7,5. Elimize 7,5 geçmiyor. Masa başında oturanlar sütün fiyatını belirliyor. Niye mi? Oturuyorlar, halkın içine girmiyorlar. Ne yapacağız? Artık zarar etmiyoruz ki. Çünkü battık. Batan hayvancılık zarar eder mi? Artık zarar yok. Evet, iki üniversite öğrencim var. Enerji mühendisliği okuyor oğlum. Ama sorarsanız dış ülkede bulaşık yıkamaya razı. Alın size beyin göçü. Göçsün gitsin; nerede ziraat, nerede hayvancılık? Nasıl mı başa çıkıyoruz? Kredi çektim. Her bankadan çektim. Kredi günü geliyor, süt alan ineğimi kestirip kredi ödüyorum. Artık kredi alamıyorum. Sonuç ne mi? Çok güzel bir yöntem. Samana senet, yeme senet, veterinere senet imzalıyorum. Senedin günü geldiği zaman ineğin altında buzağıyı alıp, o benim yavrumu kesime gönderiyorum. Elime ne mi geçiyor, bomboş. Yarın çocuklarıma ne mi bırakacağım? Bana bir şey olursa senetler, borç bırakacağım. Arkadan gelen nesil yesin betonları. Aslında başka bir tarım mümkün. Bunu dile getiriyoruz, dinleyen yok. Herkes gözünü kapamış, kulağını tıkamış. Hadi bakalım, buradan çıkınca kaç kişi söyleyecek bunu. Umudumuz 2023. Eğer 2023 yoksa biz yokuz. Hayvancılık öldü. Biz yokuz artık.

“ÖLDÜK, BATTIK”

Anneyim, annelik görevimi yapamıyorum. Çocuklarıma verdiğim yetmiyor. Çocuk, ‘Keşke ekonomi okusaydım’ diyor. Gönderdiğim parayı öyle bir değerlendiriyor ki ‘Anne bu ayın sonunu nasıl getirdim’ diyor. Üniversite öğrencisi bunu düşünür mü? Çok sağ olsunlar. Masa başında karar vermeye devam etsinler. Biz öldük, battık.”

“HAYVANLARIM ÇOCUĞUM GİBİ”

Çiftçi kadın Songül Başkan, süt ve süt ürünleri mezunu olduğunu ve hayvancılığa yeni başladığını aktararak, “Başka yerlerde çok fazla çalıştım. İki çocuğum var, küçük. Onun ve kendi ülkem adına ne yapabilirim dedim. En son kararı hayvancılıkta kıldık. Çünkü benim yaşadığım yer güzel, temiz ve yemyeşil. Bunu değerlendirmemiz gerekiyordu. Öncelikle büyükbaşın çok fazla önem verildiği yerde, risk alıp küçükbaşa girdim. Gelişmiş ülkelerde en fazla küçükbaş destek görüyor. Ben de bunu göz önüne alarak küçükbaş hayvancılığa başladım. Bir miktar koyunumuz vardı, onlarla başladık. Yem maliyetleri, herkesin de dile getirdiği gibi mazot, elektrik bize yüktü. Bırakma kararı aldığım zaman, Tunç Başkan’a buradan teşekkür ederim, ‘başka bir tarım mümkün’ politikasıyla bize yem katkısında bulundu. Bu, bize can suyu, nefes oldu. Karar verdim, başkanım bize bu kadar güveniyorken bizim de kendimize güvenmemiz gerekiyor. Ben de -buradan Bayındır’da bir fabrika açacağını bildirdiği zaman- dedim ki o zaman keçi işine de başlıyorum. 14 tane sağımlık keçi ve 14 tane de oğlak aldım. Şu anda sütümü verebileceğim hiçbir yer yok. Ama ben, bununla da yılmadım, gittim eşim ile beraber, eşimin desteği ile peynir yapmaya başladık, perakende olarak peynirimizi yapıp kedimize katkı sağlamaya. Hayvanlarımız çocuğumuz gibi. Kendi çocuğumu nasıl seviyorsam hayvanlarımı da öyle seviyorum. Hayvanlar benim çocuğum. Onların da yemini bu şekilde halletmeye çalışıyorum.”