Prof. Dr. Emiroğlu, son dönemdeki iklim değişikliklerinin çok ani refleks hava hareketlerinde hiç beklenmeyen anda ciddi yağışlar, yüksek/düşük sıcaklıklar ya da ortalama sıcaklıkların değişmesi ile kendini gösterdiğini belirterek “İklim değişikliği, küresel ısınma her zaman ısının artışı şeklinde yansımaz hayatımıza. Bazen çok düşük ısıları da görürüz. İklimimiz şu anda insan etkisinden dolayı çok daha hızlı değişiyor. Buzul devirleri ve buzul arası (interglasiyal) devirler vardır ve bu bir döngüdür. Buzul arası devirde yaşıyoruz ve buzul devrine gidiyoruz. Bunu hızlandırdığımız için ani hava olayları çok daha yoğun şekilde oluşuyor” dedi.


İklim değişikliğinin tatlı su balık türleri üzerindeki etkilerini araştıran Prof. Dr. Emiroğlu, ekoloji değişikliğinin tür ve popülasyon büyüklüklerinin değişmesine sebep olduğunu, hiç bilmediğimiz canlıların yeni şartlara uyum sağlayabildiğini belirterek şöyle devam etti:
“Eskişehir, ciddi anlamda istilacı balıklar tarafından istila edilmiş illerimizden bir tanesi. Normal şartlarda Türkiye’de toplam tatlı su balıkları içerisinde yüzde 15-17 istilacı balık varken Eskişehir’de bu oran yüzde 40’lara çıkıyor. Çünkü bizim sıcak su kaynaklarımız var. Bu sıcak su kaynaklarına gelen, insan eliyle getirilmiş bazı balıklarımız var. Dolayısıyla çok daha yüksek oranda. Doğa milyonlarca yıl içerisinde kendi içerisinde bir denge oluşturmuş durumdadır, yani bir bütçesi vardır. Bu bütçe içerisinde doğanın aldığı ile verdiği her zaman birbirine eşittir. Ancak karbon döngülere müdahalelerimiz; dönmeyecek ya da normal şartlarda on, yüz, bin yılda dönmesi gereken normal karbonu on binlerce yıl bağlıyoruz. Bu da iklim değişikliği ile beraber ekolojik değişiklikleri beraberinde getiriyor. Bütçeyi bozduğumuz için bu bütçedeki fazlalıklara, boşluklara yeni yeni türler yerleşmeye başlıyor.”



İstilacı balığın zararları


Prof. Dr. Emiroğlu mobilitenin kolaylaşması ve türlerin geçiş noktası olmasından dolayı Anadolu’da biyoçeşitliliğin çok yüksek miktarlarda olduğunu, ancak kendi içerisinde oluşan bu dengenin bozulmaya başladığını belirterek şöyle devam etti:
“Tatlı su balıkları örneğinde görüldüğü üzere dışardan gelen bir türü öncelikle yabancı olarak kabul ederiz. Bu yabancı tür ekolojik sisteme, niş alışverişlerine, toplam bütçeye etkisi olup bu etkiler insana kadar ulaştığı andan itibaren bunlara ‘istilacı’ demeye başlıyoruz. Çünkü diğer popülasyonlar yok oluyor, ciddi anlamda baskılanıyor, istilacılar tür değişikliklerine sebebiyet verebiliyor ve sonrasında genel bütçe değişiyor. Ekolojik açıdan bakıldığında yeni bir denge oluşmuş oluyor. Bu denge genellikle dışardan insan eliyle değiştirilmiş oluyor. Bunun sonuçları hiçbir zaman tahmin edilemez. Doğa bir laboratuvardır ve bunun sonuçlarını hiçbir zaman kontrol edilemez. Doğa her zaman bir yol bulur. Bizim çalıştığımız tür olan Carassius gibelio (gümüşi sazan) sularımıza geldiği zaman diğer türlerin büyük bir kısmını yok ediyor. Sebebi erkek olmadan üreyebilme özelliği. Bu türün büyük bir kısmı dişilerden oluşuyor ve diğer türlerin spermlerini çalıyor. Diğer türler çoğalamadığı gibi bu tür inanılmaz miktarda çoğalıp popülasyon oluşturuyor. Ne kadar çok sulara organik madde gelirse ve bu organik madde balıklar tarafından yenip çoğaltılmaya uğrarsa sularımız da o kadar hızlı kirleniyor. Dışardan gelen bir istilacı balık, içme suyu havzalarımızı bile kullanılamaz hale getirebilir. Dolayısıyla bunlara karşı çok iyi önlemler almamız gerekir.”



Porsuk Barajı’nın ömrünü kısaltan Carassius gibelio


Emiroğlu, istilacı balıkların barajlara zarar verdiğini, elektrik üretimini etkilediğini ve içme suyu havzalarının su kalitesini de bozduğunu belirterek, “Çevreden Porsuk Barajı’na gelen su kullanılabilir hale getiriliyor. Ancak burada yoğun şekilde bulunan Carassius gibelio varlığı Porsuk Barajı’nın ömrünü kısalttığı gibi organik kirliliğini de artırıyor. Zaten Eskişehir’e gelen suyun en büyük sıkıntısı organik kirlilik. İnorganik kirliliği çok yüksek değil. Bu organik kirlilik klor ile temizlenebiliyor fakat klor insan sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Bu istilacı balık olmasaydı Porsuk Barajı’nda kullandığımız kadar klor kullanmayacaktık. Biz bunlar hakkında yeterli ve doğru önlemler almaz isek sularımızda ciddi bir kullanım sıkıntısı yaşayacağız. Zaten küresel ısınma ile ilgili de sorunlarımız var. Bu sebeple doğa içerisindeki küçük dengeleri çok hassas, dikkatli takip etmeli; bozduğumuz dengeyi en az bozacak şekilde önlemler almalıyız. Eskiyi geri getirmek artık mümkün değil, ciddi anlamda zarar verdik doğaya. Ama en azından bu etkileri azaltacak şeyler yapmalıyız” ifadelerini kullandı.


Türkiye’nin de 2020 yılından beri içinde olduğu yeşil mutabakat denilen Avrupa Birliği projelerinin ana amacının bu olduğunu belirten Prof. Dr. Emiroğlu, “Mümkün olduğu kadar doğada bıraktığımız karbon ayak izimizi azaltmaya uğraşıyoruz, bu şekilde projeler geliştirmeye çalışıyoruz. AB de Türkiye de bunlara ciddi kaynak ayırıyor” diyerek ESOGÜ olarak proje tekliflerinde bulunduklarını, bozulan doğanın düzeltilmesi konusunda geliştirilecek mekanizmaların hayati önem taşıdığının altını çizdi.