Anadolu Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’nda Öğretim Görevlisi olarak çalışmalar yapan Ersin Ateş, İngilizce eğitiminin öneminden, pandemi sürecindeki eğitim-öğretim süreci ile şu anki yüz yüze eğitim-öğretim süreci arasındaki farklarından ve genç kuşağın İngilizce’nin içerisine doğduğundan bahseden Ateş, “İngilizce, bugün uluslararası bir dil. Gençler, akademik eğitimlerinden iş hayatlarına kadar, hayatlarının her sürecinde özellikle İngilizce’ nin var olacaklarını “ifade etti.

"ÇEVRİMİÇİ EĞİTİMİN AVANTAJLARI OLDUĞU GİBİ DEZAVANTAJLARI DA VAR"

Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada korona virüs süreci birçok ülkenin eğitim-öğretim sitemini de kötü etkilediğini ve bu süreçte İngilizce öğrenim gören öğrencilerin, çevrimiçi destekli imkanlar dahilinde öğrenimlerini devam ettirme mecburiyetinde kaldıklarını belirten Ateş, “Çevrimiçi eğitimin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Maddi imkanlar, öğrenciler için çözülmesi gereken en önemli sorun. Çünkü öğrencilerin gerekli teknolojik imkanlara ve hızlı internet erişimine sahip olamamaları; derse katılamamalarına ve internet bağlantılarından dolayı dersten düşmelerine sebep oluyor. Bu gibi problemler de eğitimi aksatabiliyor.

Dil öğrenimi, kişiler arasında devamlı iletişimi ve etkileşimi gerektiren bir uğraştır. Bu bağlamda vücut dili önemli bir yer kaplıyor ve çevrimiçi eğitimde, yüz yüze eğitimde olduğu kadar kullanılamıyor. Ayrıca grup aktivitelerindeki verim büyük oranda düşüyor çünkü sınıfta çeşitli materyaller kullanılarak yapılan aktiviteler, çevrimiçinde ya yapılamıyor ya da verimi az oluyor. Bahsettiğim dezavantajlı durumlar bir yana tabi ki tüm imkanlar sağlandığında çevrimiçi eğitimin avantajları ortaya çıkabilir. Örneğin, öğrenci veya öğretmenin trafikte zaman ya da süre kaybetmeden istediği yerden derse katılabilmesi; farklı çevrimiçi uygulamalardan yararlanarak dersten alınan verim ve keyfin artması ve en mühimi de korona virüs riskinin sıfıra inmesi gibi ihtimallerde insanları ikilemde bırakabiliyor “dedi.

"DİLİ BİR DERS OLARAK GÖRMEMEK LAZIM"

İngilizce öğrenimine başlamak için herhangi bir yaş kriteri olmadığını ve ne kadar erken başlanırsa sürecin daha kalıcı ve hızlı olabileceğini söyleyen Ateş, “Günümüzde Türkiye’de birçok aile, çocuklarını iki dilli olarak yetiştiriyor. Anne veya baba, çocuklarıyla Türkçe’nin yanında başka bir dilde konuşarak, onların dil eğitim süreçlerine erkenden katkı yapıyorlar.

İngilizce ile Türkçe arasındaki farklardan bahsedecek olursam; ait oldukları dil aileleri, sesletim, öğe sıralaması, fiil zamanları, kelime türetimindeki farklılıklar ve İngilizce'nin devamlı özne gerektirmesidir. Fakat ben teknoloji ve medya sebebiyle İngilizce ’ye maruz kaldığımızın ve bunun yeni dil eğitime başlayan bir kişinin yaşayabileceği soğuk duş etkisini azalttığını düşünüyorum. Dili bir ders olarak görmemek lazım. Eğer dili hayatlarına mümkün olabildiğince dahil ederse öğrenmek isteyen kişiler veya öğrenciler, inanın bu onlar için çok iyi sonuçlar verecektir.

İlave olarak, o dili konuşan ülkelerde vakit geçirmeli sevdiğiniz konularda kitaplar ve filmler seçip İngilizce olarak okuma ve izlemeler yapmalı telefon, bilgisayar gibi elimizin altında olan aletleri İngilizce olarak kullanmak bile İngilizce öğrenim sürecinde müthiş artılar kazandırıyor. Bu taktikler yeterince klişe gelebilir insanlara fakat, öğrenime ara vermeden bunları yapmaya devam ederlerse inanılmaz bir şekilde hem aşama kaydedecekler hem de yaptığı işten keyif alacaklar” diye beyan etti.

"TÜRKÇE KARŞILIĞI OLAN KELİMELERİ KULLANMALIYIZ" 

Dijital ortamlar sayesinde Türkçe ’ye farklı dillerden sürekli yeni kelimelerin girdiğinde ve durumu dillerin arasında yaşanan doğal bir süreç olarak değerlendiren Ateş konuyla ilgili şunlar söyledi, “Diller birbirlerinden kelime alıp verirler ve zamanla değişime uğrarlar. Konuşma anında İngilizce ile Türkçeyi birbirlerine karıştırdıklarını görüyorum ve bu çok yanış bir tutumdur.

Mesela biz sınıfta ders anlatırken, mesajı netleştirmek için bazen istemeden de olsa bunu yapıyoruz ama, dil saf haliyle kullanılmalıdır. Her yerde, ama özellikle televizyon ekranlarında bazen ‘kurdaki fleksiyon’ ya da ‘benim bu konudaki konsörnüm şudur’ gibi ifadeler duyuyoruz. Türkçe karşılığı olan kelimeleri kullanmalıyız" ifadelerine yer verdi.

"YAZMA VE KONUŞMA OLMADAN İNGİLİZCE BİLİYORUM DENİLEMEZ" 

Genç neslin, İngilizce içerisine doğduklarını, fakat bu kuşağın sahip olduğu teknolojiyi etkili olarak kullanmadığını söyleyen Ateş, “Teknoloji, sosyal medya demek değildir. Dil öğreniminde dile maruz kalmak tek başına yeterli olmuyor. Bu içeriği analiz etmeli ve gerektiği yerde daha detaylı araştırmalar yapmalı. Bir dizideki ya da kitaptaki kelimeyi algıladığımızda tamam deyip geçmek, onu öğrendiğimiz anlamına gelmez. Onun kelime türünü, eş dizimliliğini ve okunuşu ile ilgili çalışmalar yapmalıdır.

Dilde üretmeli; yazıda ve konuşmada kullanmalıyız. Teşhis etme, eşleştirme ve boşluk doldurma gibi başlangıç seviyesi alıştırmalar doğru yöntemlerdir. Dil öğrenen kimseden ana dili seviyesini beklemeyiz. Fakat, yazma ve konuşma olmadan İngilizce biliyorum denilemez” diye ifade etti.