Gençlik ve yiğitlik demektir fütüvvet, Peygamber’in ahlak yoludur. Fütüvvet ulu bir çınardır; doğruluk toprağında yetişen, gövdesi insan, budağı temizlik, yaprağı edep olan. Ulu çınarın kökü, Allah’ı bilmek, yemişi ermişlerle sohbet, suyu rahmettir. Yiğidin çatal yüreğinde biter, yücelir, yeşillenir, yapraklanır bu çınar. Fütüvvet Hz. Ali’dir, Zülfikar’ını Kutlu Elçi’nin verdiği ve yeniçerinin “Koca Leşker” diye bildiği. Fütüvvet ehli; tövbe eder, Allah’a teslim olur, ölmeden önce ölür, takva sahibidir, kanaatkardır ve gerektiğinde uzlete çekilmesini bilir. Düşmanla vuruşunca gazi, “alnından vurulup bir hilal uğruna güneş gibi batınca” şehit olur. Parmakla sayılmazlar, kırmakla tükenmezler. Coşkuları, gayretleri Fetih Suresi ile taçlanır: “ve eşsiz bir zafer ile Allah, sana yardım edecek ve üstün kılacaktır.” Oğuz’un dünya barışı sağlama ülküsünü gerçekleştirmek için;

“Baş üryan

Sine püryan

Kılıç alkan” dır.

Sürekli göçtedir, seferdedir yiğitler, önce gönüller, sonra ülkeleri fethederler ve asırlar boyunca, gaza, cihat ve fetihle nice zaferler kazanılmış, nice ülkeler alınarak “gülzâr” yapılmıştır. Sömürü ve istila amaçlı yapılmadığını vurgulamak için fetih (açmak) denilmiştir bu savaşlara. Yahya Kemal’in şiirinde dile gelir fethin gayesi:

“Vur, pençe-i Ali’deki şimşir aşkına

Gülbank-i asumanı tutan, pir aşkına,

Son savletinle vur ki, açılsın bu surlar,

Fecri hücum içinde ki, tekbir aşkına’’

Ne sömürü, ne talan. Dar’ül Cihat (Cihat Kapısı) olan Anadolu’ya Selatin-i İslâm (İslâm Sultanları) öncülüğünde sevap kazanmak için akınlar yapılmış, böylece Anadolu Dar’ül İslâm (İslâm Ülkesi)’ne dönüşmüştür. Alp-erenlerin, gazi-dervişlerin zafer sonundaki sözleridir şu:

“Küffar üzerindeki gazamızın sevabı bize kâfidir.”

“Ya gazi, ya şehit” ifadesinin yüceltilmesi dini bir hüviyet taşımaktadır.

Batı; din ve mezhep taassubu, engizisyon zulmü ile inleşirken, Türklerin sağladığı sistemle ekonomik rahatlık, dini hürriyet ve hoşgörü, insanların huzur ve barış içinde yaşayabileceklerini göstermiştir. Ahi teşkilatı, fütüvvet teşkilatının Anadolu’da uygulanan biçimidir. Ö.Lütfi Barka şöyle der:

“Fütuhatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı muharip temin etmekle kalmayıp, bu misyoner dervişlerin dini ve sosyal fikirler propagandasıyla da, halk kütleleri arasında çok faal bir maya gibi faaliyete geçmişlerdir. O memleketlerin sosyal bünyesinde ve siyasi kuruluşunda büyük yenilikler yapmak için müsait kaynaşmayı yarat-makta, temsil ve fütuhat işlerini kolaylaştırmakta amil oldukları da muhakkaktır. Rum İlinin İslamlaşmasında bu misyoner derviş guruplarının oynadığı rol her halde büyüktür. Devletin temelinde ahilerin siyasi, sosyal, askeri gayretleri olmuştur.’’

Osman Gazi’nin Domaniç ve Söğüt yöresinde gitgide yükselen hakimiyeti Karacahisar Tekfuru’nu rahatsız etmeye başladı. Özellikle Osman Gazi’nin Harmankaya Tekfuru Mihail Koses ile yakın dostluğu bu durumdan hoşnut olmayan yöre tekfurlarının Karacahisar Tekfuru’nun önderliğinde bir ittifak kurmaları sonucunu doğurdu. Bu ittifakı bozmak için Osman Gazi tarafından Karacahisar Kalesi 1288 yılında kuşatılarak ele geçirildi. Karacahisar Kalesi’nin Osman Gazi tarafından ele geçirilmesi, iskân edilmesi süreci kroniklerce anlatılmaktadır. Söğüt ve Domaniç bölgesinde yerleşmiş olan Osman Gazi’nin kalenin alınması sonrasında Eskişehir’e yerleşmesi ve Osmanlı kroniklerinde belirtildiği üzere Karacahisar Kalesi’nde kendi adına hutbe okutup sikke bastırdığı yönündeki bilgiler Karacahisar’ın Osmanlı Beyliği’nin kuruluş evresinde önemli yerleşimler arasında tanımlanmasında belirleyici olmaktadır.

Aşıkpaşa Tarihi’nde olay şöyle anlatılır: “Karaca Hisar'ı alınca şehrin evleri boş kaldı. Germiyan ilinden ve başka yerden hayli adamlar geldi. Osman Gazi'den ev istediler. Osman Gazi de verdi. Az zamanda mamur oldu. Birçok kiliseleri de mescit yaptılar. Pazar da kurdular. Halk toplanıp “cuma namazı kılalım ve bir kadı isteyelim” dediler. Dursun Fakı derler bir aziz kişi vardı. O halka imamlık ederdi. Hallerini ona söylediler. O da gelip Osman Gazi'nin kayın atası Ede Balı'ya söyledi. Daha söz bitmeden Osman Gazi geldi. Sorup isteklerini bildi. “Size ne lâzımsa onu yapın” dedi. Dursun Fakı: “Hanım! Sultandan izin gerektir” dedi. Osman Gazi dedi ki: “Bu şehri ben kendi kılıcımla aldım. Bunda sultanın ne dahli var ki ondan izin alayım? Ona sultanlık veren Allah bana da gaza ile hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendim dahi sancak kaldırıp kafirlerle uğraştım. Eğer o, ben Selçuk hanedanındanım derse ben de Gök Alp oğluyum derim. Eğer bu ülkeye ben onlardan önce geldim derse Sü1eymanşah dedem de ondan evvel geldi. Halk razı oldu. Kadılığı ve hatipliği Dursun Fakı'ya verdi. Cuma hutbesi ilk önce Karaca Hisar'da okundu. Bayram namazını orada kıldılar. Bunun tarihi Hicretin 699 unda (milâdi: 28 Eylül 1299-15 Eylül 1300) vaki oldu. Kadı konuldu. Subaşı konuldu. Pazar kuruldu ve hutbe okundu.”

Bizimde gönlümüzü heyecanlandıran bu tarihi olay üzerine duygumuz deyiş olup dilimize geldi ilk hutbe:

Hükümde eşitlik hassas bir tartı

Adalet olmazsa devlet olamaz

Buyruğuna koşup ulu hakanın

Birlik göstermeyen millet olamaz

Göl gibi kımız sağ dağ gibi et yığ

Nasipten başkaca kısmet olamaz

Elinden tut yoksul ile mazlumun

Sofrasın açmayan şöhret olamaz

Kara sevdalısı olup toprağın

Yurttan daha güzel nimet olamaz

Geçmişi unutma yarını keşfet

An'dan daha üstün müddet olamaz

Başta tutup Tanrı emrini her an

Doğruluktan öte ziynet olamaz

Ayrılıkta azap vardır bilince

Kör fitneden beter illet olamaz

Geçmişten geleceğe tarihin sessiz tanığıdır Karacahisar.İlk fetih,ilk başkenttir. Görkemli yükselişin ilk eşiği, hakimiyet alameti ilk hutbenin okunduğu ve ilk sikkenin basıldığı kutlu beldedir Karacahisar. Atalar mirasına karşı vefalı oğulların her yıl kutlaya geldikleri bir şölendir.