İSTANBUL (AA) - MEHMET EMİN CENGİZ - Arap Baharı'nın tetiklediği halk hareketleri ve akabinde başlayan iç savaş sürecinde büyük bir yıkıma maruz kalan Suriye’de, siyasal güç ibresi rejim lideri Beşşar Esed tarafına dönmüş durumda. Ulusal bir kriz olarak başlayan savaşa, bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleri, krize kısa bir zaman zarfında bölgesel ve uluslararası bir hüviyet kazandırdı. Zaman içerisinde de Suriyeli aktörlerin ülkelerinin geleceği üzerindeki etkisi azalırken, bölgesel ve küresel güçler etkinliklerini arttırdı.

Savaşın ilk dönemlerinde ülkenin büyük bir bölümünü ele geçiren muhalifler, zaman içerisinde İran'ın kara gücü, Rusya’nın da hava gücüyle müdahil olmasının akabinde, kontrolleri altına aldıkları bölgeleri birer birer kaybettiler. Bunun yanısıra, muhalifler arasındaki iç çatışmalar da muhalif unsurların ellerindeki bölgeleri, rejime kaybetmelerindeki temel sebeplerden birisiydi. Bunların sonucu olarak güç ibresi zamanla rejim lehine döndü.

Müttefikleri İran ve Rusya, Suriye rejimine istikrarlı bir şekilde yardım etti. İran, savaşın başından beri aralarında pek çok üst düzey komutanın da bulunduğu yüzlerce askeri personelini ve milyarlarca doları Suriye’de kaybetti. Rusya’nın da, sahada az da olsa kayıpları mevcut. Bölgesel ve küresel güçler, genel itibarıyla Suriye’de vekillerini kullanıyorlar. İran bu konuda en göz önünde olan ülke. ABD ise ülkedeki etkinliğini, belkemiğini terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile genişletip derinleştirdi.

- Suriye'nin normalleşmesi on yıllar alabilir

Öte tarafta ise muhalefet destekçisi ülkelerin muhalif unsurlara desteği istikrarlı olarak devam etmedi veya bu ülkeler savaş süresince farklı politikalara yönelmek mecburiyetinde kaldılar. Tüm bu gelişmeler ve aradan geçen uzun yıllara rağmen, savaşın daha uzun bir zaman sürmesi, kuvvetle muhtemel görünüyor. Ülkede yıllardır süren savaşın sonlandırılması, güvenlik ve istikrarın yeniden tesisi gibi konular, son derece çetrefilli.

Ülkedeki devasa yıkım göz önüne alındığında Suriye’de hayatın normale dönmesi için on yıllara ihtiyaç duyulduğu rahatlıkla söylenebilir. Rejimin elinin günden güne güçlendiği enkaz halindeki ülkenin imarı ve hayatın yeniden rayına oturması uzun yıllar alacak. Bunlarla beraber, Suriye’de DEAŞ'a karşı savaş, sona yaklaşıyor. En azından, ülkede DEAŞ'ın teritoryal formu ortadan kalkıyor. Her ne kadar bu, kriz sonrası dönemi anlamına gelmese de, DEAŞ sonrası dönemin, uzun vadede de olsa post-kriz dönemine doğru evrilebilmesi için Suriyeli aktörlerin kendilerine sormaları gereken sorular mevcut. Ülkede DEAŞ sonrası aktörler kimler olacak? Suriye’de üniter bir devlet ve merkeziyetçi bir hükümet mümkün mü? Devlet-dışı silahlı aktörler, ülkenin siyasal sistemine dâhil edilebilecekler mi? Edilebileceklerse nasıl dâhil edilecekler ve yönetimde ne oranda temsil edilecekler? Ülkedeki yabancı savaşçı sorunu nasıl çözülecek? Savaşın meydana getirdiği travmayı çok derinden yaşayan Suriye halkı bir konsensüse ulaşıp, ulusal bir kimlik oluşturabilecek mi? İlk etapta akla gelen sorular, bunlar.

- Suriye’de üniter bir devlet mümkün mü?

Suriye’de cereyan eden savaş, çok boyutlu ve bir hayli karmaşık. Savaşan aktörlerin farklı ideolojileri, etkinlik alanları ve siyasal hedefleri mevcut. Bunun sonucu olarak ülke, fiili olarak dört ana kampa bölünmüş durumda. Şehirlerin birbirleriyle bağlantısı kopmuş durumda. Ek olarak, Suriye rejimi halka temel hizmetleri sağlama konusunda zaafiyet içinde. Öte tarafta, farklı grupların yönettiği alanlarda da durum ideal değil. Dolayısıyla, 'DEAŞ sonrası Suriyesi'nde üniter bir devlet ve merkeziyetçi bir hükümetin kurulması bir hayli zor görünüyor. Her ne kadar Astana görüşmelerinde, Suriye’de merkeziyetçi bir hükümet hedefi dillendirildiyse de bu birkaç açıdan mümkün görünmüyor. Öncelikle, rejimin DEAŞ sonrası döneminde Suriye’nin bütününde iktidarını tesis edecek insan kapasitesi ve finansal gücü yok.

Buna ek olarak, Esed rejiminin kendisine destek veren silahlı güçler üzerinde tam anlamıyla kontrolü olduğu da söylenemez. Örneğin savaş döneminde Suriye Arap Ordusu’na destek amaçlı oluşturulan ve İran’la bağlantılı milis ordusu Ulusal Savunma Kuvvetleri, zaman zaman Suriye ordusuyla çatışıyor. Ulusal Savunma Kuvvetleri’ni yönetenler, etkin oldukları alanlarda belli bir otonomiye ve karar alma mekanizmalarına sahipler. Esasen, Suriye rejimi de ülkeyi tamamen kontrol etmenin bir hayli zor olduğunun farkında. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in, "DEAŞ'la savaş sonrasında Kürtlerle otonomiyi görüşebiliriz" şeklindeki açıklaması bunu teyit eder mahiyette. Dahası, Arap Baharı sonrası bölgesel düzen arayışında güç paylaşımına dayalı adem-i merkeziyetçi yapıların kurulması daha güçlü bir trend haline geliyor. Bu sebeple DEAŞ sonrası Suriyesi'nde farklı aktörlerin yer alacağı ve güç paylaşımına dayalı idari yapıların kurulması daha olanaklı bir seçenekmiş gibi, önümüzde duruyor. Bu noktada bahsi geçen idari yapıların nasıl kurulacağı, hangi bölgenin hangi aktör tarafından idare edileceği, idarede hangi kriterlerin baz alınacağı şimdilik muamma. Bu dönemde, demografik yapıya sadık kalınacak mı yoksa etnisite ve mezhebe dayalı yapılar mı kurulacak sorusu ülkenin yüzleşmesi gereken bir soru olarak karşımızda duruyor.

- Devlet-dışı silahlı aktörlerin geleceği

Aynı şekilde, Suriye’nin önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağı en büyük sorunlardan birisi de ülkede, artık sayılarını bile kimsenin bilmediği devlet-dışı silahlı aktörlerin siyasal sisteme entegrasyonu olacak. Bu aktörlerden hangilerinin kontrol altına alınabileceği, hangilerinin siyasal sisteme entegre edilebileceği, hangileri ile uzlaşılamayacağı ve elimine edilmesi gerektiği büyük bir problem. Daha da somutlaştırmak gerekirse, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grupları ile müzakere mümkün görünürken, ulusaşırı cihat ideolojisine sahip devlet-dışı aktörlerle aynı masaya oturmak pek sahici durmuyor. DEAŞ sonrası dönemde kurulması muhtemel hükümete hangi aktörlerin entegre edilip hangilerinin edilemeyeceği büyük bir tartışma konusu olacaktır. Bu dönemde, devlet-dışı silahlı aktörlerin müzakere masasına oturmaya istekli olup olmamaları temel kıstas olacaktır. İran destekli Şii milisler ve SDG gibi devlet-dışı silahlı aktörlerin DEAŞ sonrası dönemde Suriye için büyük bir meydan okuma oluşturacağı muhakkak. Başarısız devlet fenomeniyle birlikte pek çok ülkenin meşru şiddet kullanma tekeli zayıfladı. Bu durum da ülkelerin egemenliğine zarar veriyor. Bunun sonucunda, bölgesel güç arayışında devlet-dışı silahlı aktörler çok önemli hale geldi.

Varlıklarını ve güçlerini İran ya da ABD sayesinde bugüne kadar taşıyabilmiş olan mezkûr aktörlerin, DEAŞ sonrası dönemdeki tavırları da haliyle dirsek temasında oldukları ülkelerin politikaları ve çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı olacak.

- Yabancı savaşçılar sorunu

Bir diğer önemli problem de Suriye’de sayıları on binlerle ifade edilen yabancı savaşçılar sorunu. Her ne kadar, Suriye’deki yabancı savaşçılar için net bir sayı verilemese de, ABD Dışişleri Bakanlığı 2016 yılında sayının 40 binin üzerine çıktığını tahmin ediyordu. Bahsi geçen savaşçılar temel olarak üç kategoride ele alınabilir: Sünni savaşçılar, Şii savaşçılar ve Batılı seküler, sol görüşlü savaşçılar.

Bir tarafta, Sünni savaşçıların çoğu DEAŞ ve Heyet Tahrir Şam (HTŞ) gibi radikal gruplar bünyesinde savaşırken, öte tarafta İran’ın aralarında Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin olduğu pek çok ülkeden mezhepsel motivasyonu son derece yüksek binlerce Şii yabancı savaşçıyı ‘Şii Türbelerini’ koruma söylemiyle Suriye’de paralı asker haline getirdiği ve savaşın en şiddetli yaşandığı alanlara gönderdiği biliniyor. Bu Şii savaşçılar rejimle beraber operasyonlara katılıyorlar.

Her ne kadar, uluslararası medya genel itibarıyla, muhalif gruplar bünyesinde bulunan yabancı savaşçılara odaklansa da, rejim safında savaşan Şii savaşçılar göz ardı edilmemelidir. Bunlara ek olarak, Suriye sahasında çoğu SDG saflarında savaşan yüzlerce Batılı, seküler, ve çoğunlukla sol görüşlü yabancı savaşçı da mevcut.

Uluslararası toplum Şii savaşçıların İran kontrolünde olması sebebiyle ülkelerine rahatlıkla gönderilebileceklerini düşünse de, mezkûr Şii savaşçıların önümüzdeki dönemde tüm dünya için potansiyel bir tehdit olduğu unutulmamalı. Zira bu kişiler iyi teçhizatlandırılmış ve iyi eğitilmiş kişiler. Aynı zamanda Suriye’de elde ettiklerini düşündükleri bir zafer duygusuna da sahipler. İran’ın Şii milisleri, kriz sonrasında Suriye siyasi arenasında etkin bir noktaya getirip nüfuzunu arttırmaya çalışmak isteyebileceği de vurgulanmalı.

Yerel dinamikleri göz önünde bulundurmayan ve halk arasında nefrete sebebiyet veren yabancı savaşçıların pek çoğu ülkelerine döndükleri takdirde hapis cezası ve toplumdan dışlanma gibi problemlerle karşı karşıya gelecekler. Ancak, kriz sonrasında Suriye’de de kalabilecek gibi görünmüyorlar. Dolayısıyla, bu kişilerin pek çoğu için savaşmak tek seçenek gibi görünüyor. Bu problem daha önce Bosna Hersek, Çeçenistan ve Afganistan gibi çatışma alanlarında da yaşandı ve yabancı savaşçılar büyük oranda çatışma alanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Örnek olarak Afganistan’dan ayrılmayan/ayrılamayan yabancı savaşçılar, dağları kendilerine sığınak edindiler. Suriye örneğinde ise durum bir hayli karmaşık. Suriyeli muhalifler, şu an kendilerini bile korumakta zorlanıyorlar. Yabancı savaşçıları korumaları ise daha da zor. Daha da kötüsü, bu savaşçıların bir kısmının aileleri de Suriye’de ve bu durumu daha da karmaşık ve kırılgan hale getiriyor. Bu sebeple, büyük olasılıkla DEAŞ sonrası dönemde, yabancı savaşçılar ülkeyi terk etmeye zorlanacaklar. Burada vurgulanması gereken bir nokta da şu; yabancı savaşçıların sadece Suriye’nin değil aynı zamanda uluslararası toplumun üzerine düşünmesi gereken bir problem. Suriye bu problemin sonuçlarıyla uğraşıyor sadece. Bu problemin nereye doğru evrileceği sorusu, Suriyeli aktörlerin başını ağrıtacak en öncelikli sorulardan biri haline gelmiş durumda.

- Ulusal bir kimlik inşa etme sorunu

Ülkenin yaşadığı devasa yıkım değerlendirildiğinde Suriye’de, halkın bir konsensüse ulaşıp, ulusal bir kimlik altında yani ‘Suriyeli’ üst kimliği altında birleşmesi de bir hayli çetrefilli bir konu. Daha önce bölgesel kimliklerin ön planda olduğu Suriye’de, DEAŞ sonrası dönemde bu kimliklere etnik ve mezhepsel kimliklerin eklenmesi de kuvvetle muhtemel görünüyor. Bunun sebepleri şunlar: Öncelikle, sınırlar savaş alanında olan gruplarca korunacak. İkincisi, ülkede yaşanan bunca yıkımın toplumsal hafızada yer bulduğu ve halkın farklı kesimleri arasında düşmanlıkları körüklediği, tansiyonu yükselttiği bir realite. Yaşanan acılar unutturulamasa bile en azından biraz hafiflettirilebilir mi? Bunun sağlanması için savaştan zarar gören halka nasıl rehabilitasyon programı öngörülüyor? Bu tarz sorulara Suriyeli aktörlerin nasıl cevapları olduğu şimdilik belirsiz.

Yerle bir olan Suriye’de savaş sonrası dönemde gündeme gelecek temel problemlerden birisi de ülkenin yeniden inşası. Ülkenin yeniden inşası için 300 milyar dolar civarında bir paraya ihtiyaç duyulduğu tahmin ediliyor. Bu kadar büyük miktarda bir parayı hangi ülkelerin karşılayabileceği belirsiz. Suriyeli aktörlerin bu parayı bulup bulamayacağı bir hayli tartışmalı. Fon bulabildikleri takdirde bile başka sorular karşımıza çıkıyor: Kriz sonrasında ülkeye aktarılması muhtemel olan fonların ne şekilde aktarılacağı cevaplanmayı bekleyen bir soru. Fonlar hangi kanallar ile aktarılacak? Fonlar doğrudan Suriye rejimine mi aktarılacak? Fonlar hangi koşullar altında aktarılacak? Bir geçiş hükümeti koşuluyla mı bu aktarım gerçekleştirilecek? Yoksa taraflar arasında yapılacak bir politik uzlaşı üzerine mi fonlar aktarılacak? Aktarılacak bu fonlar, rejiminin gücünü büyük oranda attırmaz mı? Bu minvaldeki sorular ilk etapta sorulabilir. Bu noktada, ülkedeki yıkımın temel aktörü Suriye rejiminin ülkeyi inşa edecek tek aktör olmasının engellenmesi büyük ehemmiyet arz ediyor. Bunun yapılması için şöyle bir yöntem izlenebilir; hâlihazırdaki yerel meclislere, ekonomik özerklik verilebilir ve bu yasal bir zemine oturtulabilirse, bir nebze olsun çözüm sağlanabilir. Bu şekilde fonların en azından bir kısmının Şam üzerinden değil de doğrudan bu meclislere aktarılması önem arz ediyor. Bu fonları değerlendirecek aktörler ve değerlendirme alanları, kurulacak bir mekanizma ile fonları sağlayan ülkeler tarafından denetlenebilir. Suriyeli aktörler, bunları müzakere masasına getirebilirlerse, ülkenin imarı problemi bir nebze de olsa çözülebilir.

Özetle, DEAŞ sonrasında ülkeyi yönetmeye talip Suriyeli aktörlerin yanısıra bölgesel ve uluslararası aktörlerin üzerine kafa yorması gereken temel problemler ve sorular bunlar. Şu unutulmamalı ki, Suriye DEAŞ sonrası dönemde çok kırılgan bir ülke olmaya devam edecek. Devlet yapısının çok zayıf olduğu ve nüfusun yeterince desteklenemediği, bu sebeple de halkın kendi sivil toplumunu oluşturma şansı bulamadığı ülkede, bahsedilen sorunların üzerine gidilmediği müddetçe de Suriye radikal örgütlerin ortaya çıkabileceği verimli bir alan olmaya devam edecektir. Bunun engellenebilmesi adına, 'DEAŞ sonrası Suriyesi'ni bekleyen temel meydan okumalara, Suriyeli aktörlerin, karar alıcıların sahici çözümler üretmesi gerekiyor.

[Mehmet Ali Cengiz, El Şark Forum'da araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır]