Kanadı kırık güvercinler gelir sana sığınmaya.

Özgür yaylalarında tedavi olmaya koşar, yaralı ceylanlar senin.

Sen öğüdünü “gel” diyen Mevlana’dan alırsın.

“Yaratılanı Yaradan’dan ötürü” hoş gören Yunusu Emre’dir senin kılavuzun.

Hacı Bektaş’tır yücelerden yüreğine seslenen:

                “Dili, dini, renge ne olursa olsun, iyiler iyidir.”

Ve işte bu yüzden kapın ve gönlün açıktır darda kalana.

Bölüşmeyi bilirsin sofrandaki acı soğanla, kuru ekmeği.

Çünkü sen konuklarına “Tanrı misafiri” dersin, on nasiple gelen birini yer, dokuzunu bırakır diye düşünürsün. Bereket bilirsin evine gelenleri, yurduna sığınanları.

300 yılı aşkın bir süredir, toplu göçler olur Anadolu yaylasına. Anadolu yaylası geniş ve sevecendir.

Kimi Kafkas’tan gelir, kimi Balkan’dan, kimi Kırım’dan gelir, Kimi Girit’ten.

Her yönden gelir; hasta, yaralı, mazlum… insanlar.

Bu ülke fetih göçleri ile açılmıştı Türk’e. Bir dua ile başlamıştı Anadolu vatan olmaya …“Yâ Rabbi sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum.

Yâ Rabbi niyetim halistir.

Komutanlarım, Askerlerim!

Şehit olursam şu beyaz elbise benim kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Zaferi kazanırsak, istikbal bizimdir.” Sultan Alpaslan’dı bu, şehit olmayı göze alamayanlar Anadolu toprağında barınamazdı.

Fetih göçüydü; bin ümidin eşiği.

Anadolu yaylası; katliam, vahşet acı, zulüm ve zorlama göçlerini de yaşadı.

İmparatorluk dağılma sürecine girince koşup geldi, yuvasından sürülenler.

İşte bu yüzden göçmenler sığınağıdır Anadolu. Devlet kıt imkânlarını kullandı, dıştan borç aldı, halk katkısını sağladı göçmenlere bakmak için.

Tahirü’l Mevlevi o zulmü günlerini anlatıyor:

“Kara toprak kandan olmuş kırmızı

Doğrandıkça Türk kadını Türk kızı

Can evine canavarca saldırmış

Sürü sürü ırz ve namus hırsızı.

Mihraplara haç asılmış, ezanlar

Susturulmuş güm güm ötüyor çanlar

Camilerin minberleri yakılmış

Çizme ile çiğneniyor Kur’anlar.

Ey Müslüman kendini hiç avutma

Yüreğini öç almadan soğutma

İnim inim inleyişi yurdunun

Kulağında küpe olsun unutma…”

Darda, zorda kalanlara yardım etmek Türk’ün erdemlerinden biri olagelmiştir.

Bu “insan” merkezli Türk medeniyetinin önemli bir göstergesi olup, Tanrı’nın hoşnutluğuna kazanmak amaçlıdır.

Arap ve İranlıların İslam iman, ahlak ve idealleri zayıflayınca, ilahi teveccüh, taze güç olarak Türkleri bu göreve yöneltmiştir.

Türk hakanları cihat ederek adaleti sağlamak için kendilerine vazife tevdi edildiğine inanıyor, bu yüzden halkına ve askerlerine Tanrı’nın ordusu deniliyordu.

  Osman Turan hocamızın özlü sözüdür Türk’ün sonsuzluğa inanmışlığı.

“Ebediliğe inanmayanlar, ebedi eserler ortaya koyamazlar. Ebediliğe inanmış ve ebedi yaşamaya azmetmiş, her eserini ve her müessesini bu ölçü ile vücuda getirmiş olan Türklerin ebedilik ülküsünden abideleştirilen bir Anadolu doğdu. Anadolu’da Türkmenler yabancı ne varsa asırlarca süpürerek, bu topraklar üzerinde kendi beldelerini, idaresini, sanatını yaratarak anavatanı kurdular. (Coğrafya vatan olmuştur.)

Hiçbir kara parçası, üzerinde yaşayan insanlarca Türklerin Anadolu’yu kutsallaştırdıkları kadar aşkla sevilmemiştir. Anadolu Allah sevgisinin dile geldiği bir ülkedir, Allah’a karşı duyulan hasretin ifadesidir. Bu ülke Allah’ın gurbet diyarıdır.”

Anadolu toprağının üzerinden nice milletler geldi, geçti. Yel gibi üfürdüler,

                                                                                                                       Sel gibi süpürdüler.

       Yakıp-yıktıklarından başka geriye

                                                                               zulümleri kaldı sadece,

Gökyüzünde her an duyulan mazlumların ahları ve her an damlayan

                                                                               gözyaşları ile…

Onlarca ordu geldi, geçti; onlarca medeniyet..

Bir sen kaldın yüce erdemlerin sayesinde.

Muhtaç olduğun kudretin damarlarında, benliğinde bulunduğunu bilerek uzanacaksın sonsuzluğa doğru.