Kur’an’daki halife kavramıyla, son zamanlarda tartışılan ve literatürde Müslümanları temsil eden en üst otoriteye atfen kullanılan “halife” aynı manada değildir. 

Kur’an’ı Kerimde halife kavramı, aynı kök fakat farklı formlarda 116 ayette 127 kere geçmektedir. Hiçbir ayette Allah’ın (haşa) yeryüzündeki temsilcisi, vekili, vb. manada olmayıp, bilakis halife, bir olgunun diğerine hilafını ifade etmek veya birbirlerinin ardından (bazen hilafına) gelenler için kullanılmıştır. (2:30; 6:165; 7:69; 7:74; 10:14)

Bir koordinatta aynı anda sadece tek varlık olabilir. Biri o noktayı boşaltmadan diğeri gelemez. Bu, net ve kesin bir kuraldır ve Kur’an’daki halife kavramının bir tezahürüdür. Halifelik gerçek anlamıyla durdurulamaz biçimde caridir ve arzın her noktasında tecelli etmektedir: Sürekli olarak birileri gitmekte, yerine başkaları gelmektedir. Tabiattaki nebatat ve hayvanattan makam sahibi insana kadar bu döngü devam etmektedir. Üstelik Kur’an’da (2:30) zikredildiği gibi, bazıları fesat çıkarmak ve kan dökmekten de geri durmuyor. 15 Temmuz çok da uzağımızda değil. Dünyadaki olaylara dikkatli bakın. Çok daha fazlasını göreceksiniz.

Kur’an’daki açık ifadelerden de anlaşılacağı gibi insan, (haşa!) Allah’ın yeryüzündeki halifesi değildir. Bütün Müslümanları temsil ettiği iddia edilen siyasi bir liderin Allah Resulünün (as) halifesi olması zaten mümkün değildir.  “Halifeliği” silsile ile Allah Resulüne (as) nispet etmek bir meşruiyet arama çabasıdır ki anlamsızdır. Zira insanların seçimiyle veya güç kullanıp bir makama gelerek, Allah’ın seçtiği ve gönderdiğinin temsilcisi nasıl olunabilir? Kaldı ki halife kavramı bir öncesinin devamına işaret etmez. 

“Halife” (Müslümanların en tepesindeki otorite) neyi temsil eder; dini birliği mi, siyasi birliği mi?

Eğer, “halife” dini birlik sağlar, diyorsanız bu mümkün değildir. Meşhur dört Halife devrinde -ki o dönemde “halife” olarak anılmazlardı ve 3’ü katledildi- (selam olsun onlara ve Allah’ın bütün salih kullarına), kaç tane mezhep, cemaat veya tarikat sayabilirsiniz? Tarihi kaynaklara göre Bedir’de sayıları üç yüz civarında olan sahabeden bazıları, 25 yıl sonra on binlerce insanın kanının aktığı savaşlarda karşı karşıya gelmiş… 

Bugün sayısını tahmin bile edemeyeceğimiz kadar çok cemaat, mezhep ve tarikat var. Akımları, ideolojileri, siyasi hareketleri hatta adına iyilik hareketi denen yapıları da eklerseniz, hepsini temsil eden bir birlik nasıl oluşturacaksınız? Allah Resulüyle (as) omuz omuza yürümüş olan sahabe “halifelik” uğruna ayrışmış ve kanlı savaşlar yapmışken, bugün “halifelik” kavramıyla mı bu kadar fırkayı (ayrılmış, bölünmüş yapıları) tek çatı altında toplayacaksınız?  

“Halifeliğin” siyasi güç ve birlik kazandıracağını düşünüyorsanız eğer, tarih bunu da yalanlar. “Halifelik” güç kazandırmamış bilakis, güçlü olan “halife” olmuştur. 

Muaviye, “halife” olunca mı güç sahibi oldu yoksa askeri gücü ve siyasi zekasıyla mı “halifelik” unvanını aldı?  Muaviye birliği sağlamış ve İslam Devletini büyütmüştür. Doğrudur.

Ama sonrasında din, Allah’ın Resulünden (as) öğrendikleri gibi kalmış mıdır? Bin üç yüz yıldır tartışılıyor. Hala davası bitmedi.

Yavuz Sultan Selim, “halife” unvanını dini kimliğiyle değil, siyasi ve askeri dehasıyla almıştı. Bir şura sonucu seçimle değil, top ve kılıçla… Yavuz Sultan Selim, İslam Dünyasında fesat çıkarıp tehdit oluşturabilecek -ki o dönemde bu tehdit mevcuttu- unsurları bertaraf etmek için “halifeliği” İstanbul’a taşımıştır.  

“Halifelik” bittiği için Müslümanlar birliklerini kaybedip zayıf düşmedi bilakis, siyasi ve askeri gücü tükendiğinde, birliği sağlayamayan Osmanlıyla beraber “halifelik” de bitti. Zira Osmanlı’dan “halifeliği” alabilecek başka bir siyasi ve askeri güç o dönemde İslam coğrafyasından çıkmadı. 

Fakat!.. 

Askeri ve siyasi güce sahip “Batı”, Müslümanları bağlayan en üst siyasi otorite oldu. “Halifenin” bile Mason Localarına üye olduğu bir dönemde dünya Müslümanlarının çoğunluğu İstanbul’daki “halifeye” mi yoksa başta İngiltere olmak üzere “Batıya” mı daha fazla sadakat göstermiştir?  Bir düşünün. “Halifenin” olduğu şehirde” Şeyhül İslam İngiliz Muhibbiler Cemiyeti üyesi oldu, hatta Türklükten istifa ettiğini Yunanistan’da çıkarttığı gazetede ilan etti. 

“Halifelik” ile ne dini ne de siyasi birlik sağlanamaz. Zira mevcutta İslam ülkelerindeki tahakkümü açık olan “Batı” Kur’an hariç Müslümanların kaynak kabul ettiği bütün İslam literatürüne Müslümanlardan daha fazla hakimdir. “Batı bir yandan “halifeliği” diğer yandan “halifeliğe” karşı ister dini ister lâ- dini grupları aynı anda destekleyecektir. Yani zulmün kaynağı olan “Batıya” karşı güç kazanmak için istenen “hilafet”, “Batının” oyuncağı bir zulüm ocağından başka bir şey olmaz. Müslümanlar arasındaki ayrılıklar daha da derinleşir.  

“Batıya” (mevcut siyasi ve askeri güce hâkim olanlara) boyun eğdirmeden İslam ülkelerinde birliği sağlamak mümkün değildir. “Batıya” boyun eğdiren bir güç zaten İslam Ülkelerinde birliğe de ihtiyaç duymaz. Zira İslam ülkelerindeki hatta dünyadaki fitne kökünden kazınmış olur.  İşte o birliği sağlayacak olanlar Kur’an’ı Kerimde şöyle zikrediliyor:

“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse; Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar Allah’ı sever, müminlere karşı boyunları aşağıda, kâfirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanın levminden (kınamasından) korkmazlar, işte o Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir; Allah vasi'dir, alîmdir.”  (5:54)

Allah vaadinde hulfetmez.  (3:9; 3:194; 13:31)