Mert Hakan Şeker... 13 yaşında, Eskişehirli, çok yetenekli bir piyano öğrencisi... Geçtiğimiz günlerde çok önemli bir başarıya imza attı. ABD'de düzenlenen ve dünyadan çok yetenekli 106 yarışmacının katıldığı yarışmada kendi yaş grubunda birincilik elde etti... Artı, dünyanın en önemli konser salonlarından biri olan New York Carnegie Hall'de 2021'de bir konser verme daveti alan 6 öğrenci arasında yer almayı da başardı... 

Gurur duyduk... Kardeşimmiş gibi sevindim, emin olun...

Ve Mert Hakan Şeker'in bu başarısı aklıma bir şeyi daha getirdi... 

Onun gibi yetenekli çocuklara nasıl baktığımızı ve bakmamız gerektiğini...

Hatırlarsınız, bu salgın illeti başlamadan önce bir "filozof çocuk" olayı yaşadık ülkemizde... (Küçümsemek için değil, tamamen korumak adına ismini yazmıyorum, yanlış anlaşılmasın...) Yaşıtlarına göre daha bilgili, daha çok okuyan bir çocuğu maalesef medyaya alet ettik ve birçok açıdan zarar verdik. 

Bu durum bana sorarsanız, toplumsal olarak ve medyamız açısından özel yetenekleri olan bir çocuğa nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda kötü bir sınav oldu...

Önümüzde bir de Mert Hakan Şeker örneği var...

O da bir çocuk... Evet yaşıtlarına göre daha yetenekli... Desteklenmesi gereken bir kardeşimiz, evladımız... 

Peki Mert Hakan Şeker'e nasıl yaklaşıldı?

Birincisi, ailesinin Mert Hakan Şeker'in eğitimi konusundaki yaklaşımı hep çok doğru oldu... Onu medyatik bir figüre de çevirebilirlerdi, asla böyle bir şey yapmadılar... Bu konudaki tutumlarını çok takdir ediyorum. 

İkinci önemli nokta ise Nabi Avcı'nın yaklaşımıydı... Evet, Nabi Avcı'nın... 

Eskişehir Milletvekili Prof.Dr. Nabi Avcı, taa 2013 yılında Milli Eğitim Bakanlığı görevindeyken, çok önemli bir şeyi gündeme getirdi... "'Üstün zekalı' etiketi, bu etiketi yapıştırdığımız çocukları yaralıyor" dedi... O zamanki bir konuşmasında bunu aynen şöyle dile getirmişti: "Belli alanlarda başarısı olan çocuklar için üstün zekalı çocuklar tabiri kullanılıyor. Çocuklar ve zekaları arasındaki hiyerarşiyi ima eden bu tabiri doğru bulmuyorum. Her çocuğun özel bir yeteneği var. Her çocuğun başarılı olabileceği bir alan var. Onları bu özellikleri arasında ayrımcılıklar yaparak, hiyerarşiye tabi tutmamamız gerekiyor." Çünkü o sıralarda, İstanbul'da "özel yetenekli çocukların" eğitim gördüğü bir okulla ilgili bir konu gündeme gelmiş, bir grup veli eylem yapmıştı... Ancak o eylemde, "Üstünleri kaçırmayın", "Üstünler kime emanet", "Biz üstünüz" tarzı çok eleştirilen pankartlar ve söylemler de kullanılmıştı. 

Nabi Avcı da, bundan rahatsız olarak, "üstün zekalı/yetenekli" tabiri yerine "özel yetenekli" tabirini önermişti... 

Aynı Nabi Avcı, sonraki yıllarda da bu tavrını sürdürdü ve bakanlıkları dönemlerinde "üstün zekalı" tabirini kullandırtmadı, "özel yetenekli" tabirini de Milli Eğitim Bakanlığı'na yerleştirdi... Bakanlık halen "özel yetenekli" tabirini kullanmakta, bu konudaki programının adı da "Özel Yetenekliler Programı"dır... Bakanlık düzeyinde bunu kabul ettirmiştir... 

Aynı Nabi Avcı, Kültür ve Turizm Bakanı olduğu 2017'de, Mert Hakan Şeker henüz 10 yaşında Almanya'daki yarışmadan büyük bir başarıyla döndüğünde de, onu kutlarken de şunları söylemişti: "Mert'in yaşında olan genç sanatçıları bekleyen en önemli tehlikelerden bir tanesi de aşırı medya ilgisi ve bir süre sonra medyatik şöhretin öne geçmesi. Genç sporcularda çok görülür ve yeteneklerini çok köreltmeye neden olur. O kadar magazin hale gelir ki gündelik yaşamları. O yüzden biz Mert'in başarılarını tabi ki duyurmak istiyoruz, bilinmesini istiyoruz ama bir medyatik, magazin konusu olmasını da katiyen istemiyoruz. Onun için çok seyrek çıkıyoruz medyaya."

Ve bu yaklaşımını tüm bakanlıkları döneminde, özel yetenekli çocuklar için sürdürdü... 

Bu Türkiye'de bana sorarsanız, özel yetenekli çocukların eğitimi açısından önemli bir yaklaşım ve zihniyet değişimini beraberinde getirdi... 

Ve konu "çocukları medyatik yapma ve kullanmadan" açılmışken, bir örneği de hatırlatmadan edemeyeceğim... 

Bakın, bu yılın başında bir yazı yazmıştım, "O çocuklar ne olacak?" diye... Sosyal medyada bir video yayılmıştı o zaman. Eskişehir'de tramvayda küçücük bir çocuk, üstü başı kötü halde, elinde bir melodika, İzmir Marşı'nı çalıyordu.. Para toplamak için... Ve bu videoyu paylaşan birçok kişi "İşte Eskişehir ruhu", "Eskişehir'in farkı" gibi yazılarla paylaşıp, kendilerini tatmin ettiler sadece... O çocuğu medyatik bir figür yapmıştık... Ama hiç sormadık... O çocuk ne oldu diye? Neden saatlerce "İzmir Marşı" çalmak zorunda bırakılıyor diye? Kimse çıkıp da o çocuğun durumu ile ilgilenmedi... Bu durumdan mutlu mu, mutsuz mu sormadı... Günlük siyasete alet edip, sosyal medyaya bir malzeme yaptık geçtik sadece... Bunu eleştirmiştim o zaman... 

İster tramvayda, orda burada para toplamak için "İzmir marşı" çalmak zorunda bırakılan bir çocuk olsun... İster, Mert Hakan Şeker gibi şanslı ve yetenekli ve şimdi dünyanın en ünlü salonlarından birinde çalacak olan bir kardeşimiz... 

İkisi de bizim çocuklarımız, onları korumalıyız...

Demek istediğim şu... 

Çok mutluyum ki, Mert Hakan Şeker'in onu bu şekilde çok iyi koruyan, ilgilenen çok iyi bir ailesi, iyi hocaları var... 

Sadece müzikteki başarısı ile değil... Bu konuda da çok iyi bir örnek oldu... 

Aynı yolda devam Mert Hakan kardeşim... 

Başarılarının devamını diliyoruz... 

Tüm kalbimizle, seninle gurur duyuyoruz...