Bundan yaklaşık 25 yıl önceydi…
Sakarya gazetesinin içinde yayımlanan Köprübaşı ekini hazırlıyoruz, üniversitede okuyorum tabii. Gazetenin genel yayın yönetmeni, rahmetli Önder Baloğlu ile bir konu hakkında konuşmuştum: “Eskişehir’de çok fazla sayıda intihar olayı yaşanıyor. Ben, hem Eskişehir’i hem de diğer illerdeki durumu araştırmak istiyorum. Eskişehir ile ilgili kiminle konuşabilirim?”
Üniversiteden gelen öğrenci ekibinin başındaki hocamız (Artık Prof.Dr.) Ali Murat Vural ile de konuşup konu hakkındaki araştırmama başlamıştım…
Yaptığım araştırmalar, Eskişehir’deki intihar vakalarının, diğer illerdeki sayıların çok üstünde olduğunu teyit ediyordu. Zaten var olan bilgiyi teyit ettikten sonra bunun nedenlerini araştırmaya koyuldum…
Ustam Önder Baloğlu beni zamanın valisi Ali Fuat Güven’e yönlendirdi, o da Osmangazi Üniversitesi’ne…
Sonra, Valilik ve Üniversite işbirliği ile bir araştırma yapıldı ve çarpıcı bir sonuca ulaşıldı: “Eskişehir’deki intihar vakalarının çok olmasında basının sorumluluğu var…”
O tarihlerde Eskişehir’deki gazeteler, intihar haberlerini büyük görüyor ve hatta olay yerinden aşırı denilebilecek kadar çok sayıda fotoğraf giriyordu…
Bilimadamları, psikolojik olarak sorun yaşayan ve intihara meyilli kişilerin, bu haberleri okuyunca cesaret kazandığını ve intihar etme kararını daha kolay verdiğini söylüyordu…
Veriler, intihar girişiminde bulunan bir kadın hakkında çekilen diziden sonra intihar vakalarındaki artışı da açıklıyordu aynı zamanda…
2000’li yılların hemen öncesi ve başında, İstanbul’daki köprüden intihar etmeye kalkanların canlı yayınlarda gösterilmesinin, intihar vakalarındaki artışa etkisi de sonrasında net olarak görülmüştü…
Ardından bu konuda daha büyük araştırmalar yapılmış ve nihayetinde ‘intihar haberlerinin’ yayımlanmaması, bütün medyanın kabulü haline geldi, biliyorsunuz…
Hiç unutmam, ben bunlarla uğraşırken bazı ‘ağbi’ meslektaşlarım, “Ne uğraşıyorsun bunlarla? Biz haberimizi yapıp geçelim. Sana ne intihar edenlerin sayısının azalmasından” demiş ve beni hayretler içinde bırakmıştı…

***

Pınar Gültekin cinayetinin ardından, Serkan Can Zengin, twiter hesabından, kadın cinayetlerinin her yıl artan sayısını yayımlayınca, aklıma bu durum geldi ve şunları yazdım: “Hâkimler son 3 yıldır hiçbir indirim uygulamıyor ve cezalar ağır aslında. Acaba biz kadın cinayetlerini duyurduğumuz kadar verilen cezaları duyurmuyor muyuz? Biz, ‘kadın öldüren ceza almıyor’ diye, doğru olmayan bilgileri yaydıkça, birileri cesaret mi buluyor? Bilemedim…”
Bu yazdıklarımı ilginç bulduğunu söyleyen Zengin, yüksek ceza örneklerini paylaşıp paylaşamayacağımı sordu…
Ufak bir google araştırması yapınca yeni bir şey fark ettim…
Özellikle son üç yılda birçok hem de birçok “müebbet” kararı verildiğini gördüm, ancak bu haberlerin sadece, Sabah, Hürriyet, cnntürk ve ntv gibi yayın organlarında verildiğine şahit oldum. Ve fakat gerçekten ‘indirim’ gerektiren durumlarda, hâkimler, müebbet cezayı, örneğin 18 yıla indirmişse, Sözcü, Birgün ve odatv gibi yayın organlarında bu haberlerin, büyük büyük değerlendirdiğine şahit oldum…
İlginç değil mi?
Bir hâkim, indirim kararı uygulamayıp müebbet veriyorsa, iktidara yakın yayın organları; indirip uygulayıp cezayı 20 yıla düşürüyorsa iktidar karşıtı yayın organları haber yapıyor…
Demek ki, iktidar karşıtları, muhalefet yapayım derken aslında çok ilginç bir ‘algı operasyonuna’ da imza atmış oluyor…

***

Algı operasyonu nedir?
Bir gerçeği, çeşitli manipülasyonlar yaparak, önemsiz detaylar veya yanlış bilgilerle, kendi durumundan çıkarıp; olanın, gerçeğin dışında algılanmasını sağlamak…
Gerçek bilgi şu: Türkiye’deki yasalar, kadına şiddet, tecavüz ve can alma fiillerine karşı sert yaptırımlar öneriyor. Ancak aynı yasalar, hâkimlere, çeşitli ‘indirim’ hakkı tanıyarak, bu cezaların çok daha az uygulanma fırsatı da sağlıyor…
Türkiye’de son üç-dört yıla kadar, bu ‘indirim’ler o kadar çok uygulandı ki, kamuoyunda, “Kadını döven, tecavüz eden ya da öldüren, ya hiç hapis yatmaz ya da birkaç yılda çıkar” algısı oluştu. Oluşan bu algı, büyük ölçüde gerçeği yansıtıyordu ve insanlar tepkilerinde haklıydı…
Ancak, hâkimler, belki de bu tepkilerin haklılığından yola çıkarak artık indirim hakkını, çok çok az uygulamaya başlayınca, tacizci, tecavüzcü ve katiller, hak ettikleri cezaları bulmaya başladı…
Ve bence “algı operasyonu” burada devreye girdi…
Türkiye’deki ‘kadın cinayetleri’ ABD’den az, İngiltere’den biraz fazla örneğin…
Bana söyler misiniz, yaygın medyayı takip ettiğinde, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde sanki bu türden cinayetlerin hiç yaşanmadığını düşünmüyor muyuz?
Türkiye’de kadın cinayetleri artıyor, ama bizler, son üç-dört yılda bu cinayetlere verilen cezaların ‘üst sınırdan’ olduğundan haberdar değilsek, bu durum bir ‘algı operasyonunun’ parçası değil mi sizce?
Şunu unutmayalım…
Algı operasyonu yapanlar, kurbanlarını, haberleri, ‘tek taraf’ yayın organlarından takip ederek, ‘bilgi sahibi olduğunu sananlar’ arasından seçer. Bizler, tek kanaldan beslenerek, her şeyden haberi olduğunu sananlara, ‘enformatik cahil’ diyoruz aslında…
Yani…
Kişi aslında cahil, ancak ulaştığı bilgiyi ‘gerçek bilgi’ sandığı için cahil olduğunun farkında değil. Aksi gibi kendisine ‘gerçek bilgiyi’ söyleyenlere de küfredecek kadar ‘körü körüne cahil’ bir de…

***

Neyse…
Sanırım anlatabildim…
“Mevcut iktidara muhalefet yapayım, tecavüz ve cinayetlerden mevcut iktidarı sorumlu kılayım” derken, belki de aslında tecavüzcü ve katillere cesaret vermiş oluyoruz…
“Adam kadına tecavüz etti, cezaevine hiç girmeden yırttı” cümlesinin altı metninde, “Sen de rahat rahat tecavüz edebilirsin, bir şey olmaz” yok mu sizce?
“Görüyor musun, herif kadını vahşice öldürdü, üç yıl yattı, çıktı” dediğimizde, karısı ya da sevgilisiyle bir sonraki tartışmasında, zaten psikolojik sorunu olan kişi için hedef göstermiş olmuyor muyuz?
Biraz kurcalasak, konu hakkında algı operasyonunun bile ötesinde bir şeylere ulaşabiliriz, ancak burada kalsın şimdilik bence…
Ben, idam cezasına, bir daha dönüşü olmayan bir infaz şekli olduğu için ilkesel olarak karşıyım. Ancak, çocuklara, kadınlara bunları reva görenlere ‘idam’ isteyen kişilerle de tartışmaya girmem…
Bir suçu önlemekte, hukuk ve ceza sistemi çok önemlidir…
Beri yandan, bir suçu önlemek için hukuk sistemi ve emniyet güçleri, tek başlarına yeterli olmaz diye düşünenlerdenim…
Sanıyorum bu konuda bizlere de görev düşüyor…
Takkemizi önümüze koyup yeniden düşünmekle başlayabiliriz diye düşünüyorum…