Yaşadığımız hayat içinde bazen soluk almak için, bazen durup düşünmek için belli duraklarda mola veririz. Eğer Ömer Lütfi Mete’nin Gülce şiirinde ifade ettiği gibi “uçurumun kenarı” ise durduğumuz yer, bir hüküm verme, bir yargıya varma safhasını yaşamaktadır ruh. Bu yol kenarında, sınırda, uçta verdiğimiz kararlar, hayatımızın akışını önemli oranda etkiler. Falih Rıfkı’nın dediği gibi “İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor” olacaktır, olumlu veya olumsuz. Seçim konusunda sorgulamayı kendimiz yapmış, sonucuna özümüz katlanmışızdır. Elde edilen sonucu nasibimiz bilmiş, kabullenmişizdir.

Hani restorana gittiğimizde şefin menüsü olur. “Ustaya bırak” pişman olmazsın denilir bazılarında. Pişman da oluruz çoğu kez, çıkan fiyattan veya yemeğin içeriğinden. Hayatta da karar verirken böyledir bu durum. Başkasına bırakmışsak tercihlerimizi; beynimizi ve ruhumuzu düşünmenin getireceği sıkıntıdan kurtardığımız inancına kapılırız. Aslında böyle olmaz. Kendimizle ilgili sonuçlar bizi etkiler çünkü. Nihai karar, aleyhimize bir netice doğurmuşsa, kararsızlığımıza ya da kararı başkasına bıraktığımıza üzülürüz.

Collette Dowling, “Sindirella Kompleksi” adlı kitabında, “Kendi yaşantımızı ustanın eline bırakmanın son derece hayal kırıklığı oluşturabileceğini” söylüyor. Endişeden kaçmanın yolunun, kişinin yaşantısını başkalarına teslim etmesiyle mümkün olmayacağını da ekliyor eserinde.

Nietzsche, "nasihat, sadece vereni mutlu eder" diyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ustalar çok çevremizde. Ve bunlar bizi, zaman zaman yanlış yönlendirebilmektedir. Dönemeçte olduğumuz zamanlarda istişare önemlidir, ancak kararı verirken konuyu her yönüyle düşünerek sonucuna kendimizin katlanacağı bilincine sahip olmamız, daha dikkatli değerlendirmeleri getirir. Elbette ki tecrübeli kişilerden rehberlik isteriz. Fakat yapılan öneri, us imbiğinden geçirilmeden, sorgulamadan kabul edilirse, hayıflanmalar baş gösterebilecektir. Duyduğu ve gördüğü ile amel ederek onunla bilgilenmiş, her şeyi bilen profiline sahip kişiler, diğerlerini de yanlış yola iterler. Hele ki çevremizde her şeyi bildiğini hissettirmek için çok iddialı sözler söyleyenler varsa bunların yönlendirmesine dikkat etmek gerekiyor.

Osmanlı döneminde eyaletten ilçeye bir yazı gelir. Yazıda bölgedeki “mevaşi” sayısı istenmektedir. Arapça bir kelime olan “mevaşi”nin anlamı “geviş getiren hayvan” dır, ancak kaymakam bilmemektedir kavramın manasını. Hemen emri altındaki memurları çağırarak “mevaşi”nin ne anlama geldiğini sorar. Kimisi “yaş ağaç”, kimisi “aşevi”, kimisi de “unvan” olduğu yanıtını verir.  En son bilge kişi olarak kadıyı çağırır ve ona sorar. Kadı: “mevaşi”nin maaş kökünden geldiğini ve bu anlamda en çok maaş alan, en fazla okumuş kişilerin sorulduğunu söyler. Bu cevabı mantıklı bulan kaymakam, katibine yazdırır: “Bölgemizde Kadı ile Benden Başka Mevaşi Yoktur”.

Bu hikaye, bilmediğini bilmeyenlerin aklına güvenmenin ortaya çıkaracağı sonu hazin ve komik manzarayı ifade etmektedir. O halde iradeyi hapsetmemek, karar verirken etki altında kalmadan özgür davranmak ve her şeye iyi-kötü yorum yapanları değil, gerçek bilgelerden destek alarak çok yönlü düşünmek yolunu tercih etmek olması gerekendir.    

Bu bağlamda düşünmemeyi alışkanlık haline getirenler, sorgulamayanlar, kendi hayat akışlarına ilişkin karar vermekten kaçınanlar, gerektiğinde bilge ve tecrübeli insanların hayat deneyimlerini önemsemeyenler sorun yaşayınca şikayet etme davranışı göstermemelidir.