Aşağıdaki paragraf uzun yıllar bakanlık yapmış, son zamanlarda siyasete soyunmuş bir kişinin röportajından kelimesi kelimesine alıntıdır: “Başarının sistemik olması lazım. Başarının kurumsal olması lazım. Başarının altındaki temel kavramlar, temel unsurlar, temel ilkeler çok belli… Tekrar edeyim: İyi insan olacak, işinde iyi insan olacak, bu bir; bir de kararları alırken istişareli alacaksınız… Budur! İster şirket olsun ister vakıf olsun ister üniversite olsun ister devleti yönetiyorsunuz, bunlar başarının çok temel konularıdır. Eğer bunu sistem olarak, yönetim felsefesi olarak kurmazsanız, kurgulamazsanız tesadüfen sağda solda başarılı alanlar olabilir. Bir dönemde iyi birisi olur o yönetir ama her alanda ve sürekli başarı istiyorsanız mevcut yönetim sistemiyle ve mevcut yönetim üslubuyla bu mümkün değil. Olmaz!” 

Uzun yıllar bakanlık yaptıktan sonra öğrendiği ve öğretmek istediği kavramlar: Sistemik, kurumsal, iyi insan, işinde iyi insan, istişare… Bunlar, eski bakana göre devlet yönetiminde başarılı olmanın gerekleri…
Son zamanlarda, devlete hizmet etmiş, hizmete doyamamış, görevden alınınca mecburen siyasete soyunmuş kişiler arttı. 
Bu kişiler, sözlerine iyi yönetimin önemi ile başlıyorlar… 
Sonra sistem ve kurumsal… 
Ardından ehliyet ve liyakat …
Bir de istişare… 
Oldu sana yönetim felsefesi… 
Üstelik bazıları vizyon ve strateji kavramlarını da ekleyerek daha derin felsefeler(!) yapabiliyor.
Hakaret etmeyi, iftira atmayı, milletin kutsalına sövmeyi, devletin sırlarını ifşa edip, darbecilerle iş birliği yapmayı düşünce özgürlüğü sanan; Türkiye’yi gerçekten bir parmak şıklatma ile yönetebileceğini ima eden birini ciddiye almak ne kadar doğrudur bilmem, ama son yirmi beş yıldır, aynı kelimeleri aynı sırayla dinlemekten yoruldum. Hele hele devlette görev alıp, devletin ne olduğunu anlamayan başarılı parlak çocukları dinlemekten bıktım… Çocuk dememin sebebi kendilerini hala okul günlerinde sanıyor olmaları…
Bu çocuklar iyi denklem çözüyorlar. Ama denklem kurmak… Ne olduğunu dahi anlamıyorlar. 
Ömürleri, ağaç gölgesinde keyif çatarken, ağacı güneşten koruduklarına insanları inandırmak için saçmalamakla geçmiş... 
Daha cüretlileri ise ağaç gölge etmese, güneşi bile aydınlatacak ışığa sahip olduklarını sanacak kadar kibirli.  

Sistem, kurumsal, vizyon, strateji vb. kavramlar elli bilemediniz yetmiş yıllık kavramlardır. Türk Devleti iki bin beş yüz yıllık bir müktesebatla yol alır. 
Çanakkale ve İstiklal Harbini bir düşünün: Ne bir sistem ne kurumsal(!) bir yapı ne de derin stratejiler… 
Çanakkale’ye evlatlarını kınalayıp gönderen anneleri bir düşünün… Bir de korumakla görevli oldukları şehirleri altın karşılığı düşmana teslim edip İtalya’ya yerleşen bürokratları… İhaneti içine sindiremeyen ama “devlet elden gitti” düşüncesine sahip, Anadolu’da çiftlik alıp ağalık yapmayı dillendiren şaşkınları…
Çanakkale’yi anlamayan İstiklal Harbini, İstiklal Harbini anlamayan Cumhuriyetinin kuruluşunu, Cumhuriyetin kuruluşunu anlamayan Türkiye’nin bugününü asla anlayamaz.
Çanakkale ve İstiklal Harbini kazandıran kavramları anlayamadıkları için işletme işportasına düşmüş 3. sınıf kavramlarla devleti yönetebileceklerini sanıyorlar. Türkiye’nin bugününü anlayamadıkları için önerebildikleri “şeyler” sıradan bir danışmanın sıralayabileceği konular. 
Hülasa, Türk devletinin başarısının sırları batıdan yarım yamalak tercüme edilmiş nevzuhur kavramlarda değil, iki bin beş yüz yıllık kadim müktesebatta saklıdır. 

Bürokrasiyi devlet sananlar, devletin gölgesinde, milletin himmetiyle bazı bürokratik işlemlerde başarı elde edenler, devleti yönettiğini(!) düşünüp, devlet adamıymış gibi poz atabiliyorlar. 
Bürokraside bazı başarılar elde edip, üç beş köksüz kavramla devlet yönettiğini sananlardan olsa olsa danışman olur… 
Bir de kiralık siyasetçi…