Çin’in Wuhan kentinde karmaşık ilişkiler içinde dünyaya geldim. Ana ve babamı tanıyamadım. Üzerimde yoğun araştırmalar yapan her birimden bilim adamları da akıl erdiremediler ve çözemediler kimden olduğumu…

Madem ki sahipsizim, madem ki soyum sopum belli değil, alacaktım bunun intikamını bütün insanlıktan…

Doğup büyüdüğüm yerler bana dar gelmeye başlamıştı. Bana karşı olanların disiplinli çalışmaları ve birbirlerine bağlılıkları da üzerine tuz biber ekmişti. Dünyaya açılmalı ve yeni yaşam alanları bulmalıydım. İpekyolu projesi cazip gelmekte ve ufkumu açmaktaydı. Nasıl olsa daha iyi yaşam koşullarına sahip olabileceğim ülkeler bulabilirdim.

Küçük sayılabilecek bir kolumuz Türkiye’ye değişik kanallardan ulaştı. Cennet bahçesi gibi bir yere geldiklerinden söz ediyorlardı. Sosyal imkanları çok genişti.

Zengin fakir ayrımı yapmıyorlardı. Bu ülkede insanlar iç içe geçmiş yaşam koşullarında, pek de otorite dinlemeden başlarına buyruk yaşamayı seviyorlardı. Hatta biz virüslerden daha güçlü olduklarını düşünenler bile vardı. Tam da istediğimiz yerdeydik.

Yerleşmemiz kolay ve zahmetsiz oldu. İstemeden de olsa bizlere çok destek oldular. Fakat bazı davranışlarını hala çözemedik. Bu gidişle de çözemeyeceğiz.

Tam hazırlanıyoruz keyifli bir hafta sonuna, pat bir karar alınıyor herkes evinde oturacak. Hevesimiz kursağımızda kalıyor. İnsana aç bir iki günden sonra bir de gözümüzü açıyoruz ki…

Piyasada ne ararsanız var. Onlar mı bizi özledi, biz mi onları anlayamıyoruz.

Şehirlerarası seyahatte zorlanıyorduk. Beklemedeydik. Öyle kararlar alıyorlar ki biz bile beklemiyoruz. Zillerimizi takıp oynamaya başlıyoruz. Artık biliyoruz ki ne karar alınırsa alınsın burada insanlar bildiklerini okuyup bizim yaşam alanlarımızı genişletecekler. En zorlandığımız yerler açık ve havadar olanlar. Eksik olmasınlar bizi de düşünüp adaletli davrandıkları için kapalı alanları öncelikli olarak hizmete sokuyorlar. Körün istediği bir göz. Allahın verdiği iki göz…

Maske diyorlar doğru düzgün takan yok. Mesafeye dikkat edin deniyor, bitişik nizam geziyorlar. Sonra da evde bekleyen çocuklarını ve yaşlılarını koruduklarını zannediyorlar. Cennet bu ülke cennet…

Bazen de canımızı sıkan olaylarla karşılaşıyoruz. Güvenimizi yitiriyoruz. Sabah başka akşam başka davranıyorlar. Hazırlıklarımız güme gidiyor. Nerede Alman, Japon disiplini, nerede Fransız bohem yaşamı. Arkadaşlarımızla şu ufak dünyada iletişim halindeyiz ve gelişmelerden de sürekli haberdar oluyoruz. Boşuna korkmuşuz ABD’den, İngiltere’den. Sürüsüne bereket bize kafa tutan, bağışıklık kazanacağız diyen zavallılar. Ölümüne ilişki içindeler bizimle. Ciddi ciddi düşünüyoruz o yörelere göç etmeyi. En azından bir dedikleri, öbür dedikleri birbirini tutar. Şaşkına dönmeyiz.

Bir laflarına çok bozuluyorum. “Bu ülkeye corona gelecekse, onu da biz getiririz.” demiyorlar mı? İşte o zaman şaşkınlığım daha da artıyor kafamdan aşağı bir kova kaynar su dökülmüş gibi oluyorum…

Şimdilik biz ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Onlar hala ne yapmamaları gerektiğini pratiğe dökemediler. Geçinip gidiyoruz işte.