“Sişşt Kızlar Bağırmaz!”

“Suistimal” nerede başlar? Suçlu Kim?

“Sişşt Kızlar Bağırmaz!” İranlı yönetmen Puran Dırahşende'nin 2013 yılında çekilen ve taciz, tecavüz konusunda suçun kimde ve nasıl başladığına dikkat çeken ve sorgulayan bir film. Gün geçmiyor ki bir çocuk tacizi konusunda haber okumayalım.

Son günlerde bu türden kişilerin linç edilme girişimleri ve haklarında idam kararı istenmesine ilişkin kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Bu konuda normal her insanın vicdanı doğal olarak harekete geçiyor. Ancak bir hukuk sistemi içinde yaşıyorsanız adaleti hukuka ve dolayısıyla devlete bırakmak gerekiyor. Ya değilse herkesin kendi hukukunu araması hak sayılıp “normal” haline gelebilir; ancak ortam kaosa sürüklenebilir.

“Sişşt Kızlar Bağırmaz!” filminde Şirin, birkaç saat sonra evlenecekken üzerinde gelinlikle bir cinayet işler ve bir kapıcıyı öldürür; düğün iptal edilir. Şirin’in avukatı Şirin’in eşinden yardım ister, ailesiyle görüşür ve Şirin’in çocukluk yıllarına kadar iner. Şirin, 8 yaşında iken anne babasının emanet ettiği ailenin şoförü tarafından sistematik olarak tecavüze uğrar. Şirin, durumu defalarca öğretmenlerine, annesine babasına anlatmak ister ama, Şirin’i dinleyen olmaz. Annenin işi vardır, öğretmen meşguldür, zil çalmıştır vs. Şirin kendini çaresiz ve yalnızlık içinde bulur ve karşı koyamadığı bu durum uzun sürer.

Film, olayın mahkemedeki yargı sürecini kapsıyor. Şirin’in avukatı ile savunma avukatı arasında geçen diyaloglar hem hukukun işlevini hem de toplumsal vicdanı anlayabilmemize ışık tutuyor.

Suçlu kim?

Hukukun dışında bu türden olaylar değerlendirildiğinde her ne kadar fiilî bir kişi işlese de pek çok suçlu olduğu varsayılır. Bir suçun oluşumuna yol açan, psikolojik, sosyolojik, kültürel ve daha pek çok etkenin olması, zaman zaman suçun hafifletici sebepler olarak kullanılmaya çalışılır.

Aile

Her zaman bilinen bir gerçek vardır. Aileler, kendi namlarına zarar gelmesin diye genellikle bu tür durumlarda susarlar. Tıpkı filmde olduğu gibi. (Zaten aileler böyle şeyleri de filmlerden öğrenir.) Burada onur ve haysiyetin ne olduğunu yeniden tanımlamak gerekir. Başkalarının gözündeki değerimiz, onurumuzu değil korkularımızı körükler ve gururumuzu besler. İnsan korkusu insan için her zaman çıkmaz sokaktır. Adil ve onurlu olmak, kararlılık ve güç ister. Mümkünse her şeye merhamet edilebilir ve her şeyden kaçınılabilir; ancak gerektiğinde prensiplere de sadık kalmak, korkudan ve acıdan çekinmeden hüküm uygulamaktır. Bu nedenle “şeriatın kestiği parmak acımaz” denir.

Toplum

Mahkeme, “Kısas” (İran kanunları ve Kur’an’a göre “Can yerine Can” ilkesine dayanan hüküm) uygulamak istediğinde Şirin’in avukatı savunmasında önce bir doktorun görüşüne başvurur. Doktor, tecavüzün çocuklar üzerindeki etkilerini dile getirir. “Bu bazı koşullara göre değişse bile ömür boyu kalıcı yaralar bırakır.” Avukat böylece bu durum karşısında susan herkesin de bu suçun işlenmesinde sorumlu olduğuna dikkat çekmek ister. Çocuğunu dinlemeyen anne baba, öğretmen vd. Suçluyu savunan kişi de avukata itiraz eder ve avukat için “Kısas” ı savunmak için ‘adaletin kişilerin kendi keyiflerine göre uygulanmaması gerektiğini’ böyle bir savunmayla ‘suçlanan kişi dışındaki herkesi suçlu görüyor’ diyerek itiraz eder.

Hukuk sadece eylemi ve suçu esas alır. Suç bireyseldir ve bir seçimdir. İnsanın içindeki kötü olanı yapma arzusu, İyi olanı yapmak kadar kontrollü ve planlı bir davranıştır. Şüphesiz bunu besleyen kanallar toplumda ailede yansımasını bulacaksa da benzeri koşullar içinde bir insan iyiyi tercih ederken diğeri suç işeyebilir.

Suç işlemek ani bir dürtümü ya da delilik midir?

Savunma avukatı, doktorun sözlerinden sanığın cinayet anında akıl sağlığının yerinde olmadığını ispatlamaya çalıştığını iddia eder ve “Suçlanan kişi suçu işlerken kontrolünü kaybetmiş olsa da bu onun deli olduğunu veya anlık bir kriz geçirmiş olduğu anlamına gelmez. Sonuç olarak bu kişi suçu irtikap ederken akli dengesi yerinde olup eylemlerinden sorumludur.” der

Suç işleyenin haklı nedeni olsa bile adaleti uygulamak ve kişinin değil sistemin sorumluluğudur. Güdüsel ya da iradi olması sonucu değiştirmez.

Sosyal anormallikler

Savunma avukatı, Şirin’in avukatının sözleri üzerine “Avukat Hanım sosyal anormalliklerin kişisel anormalliklere yol açtığına inanıyor. Eğer bunu kabul edersek kişisel irademiz ne olacak?” sorusunu sorar ve sözlerine şöyle devam eder. “Eğer suç ve günah işleyen herkesi affedersek o zaman zulmedilen mağdurlar için ne yapmış oluyoruz? Kanun ve mahkeme delil ve ispat gerektirir varsayımlar değil. Tüm toplumlar kanun ve disiplinin her şeyden önce geldiğini anlamışlardır. İçtimai hayatta kanun ve nizam ilk ve son sözdür. Eğer insanlar kendileri yargıç gibi davranırlarsa kendileri yargılayıp kendileri hüküm uygularlarsa o zaman insanlığa ne olur?” der. Bazı sözlerin üstüne söz koymamak gerekir. Sorular üzerinde derin düşünmek “hukukun üstünlüğü” ilkesini de haklı çıkarıyor. Yine de biçimsel olarak savunmak, her hukuk kuralının da doğru olduğunu göstermez. Öyle olsaydı kanunlar, yeni kanunlarla değişmez, içtihat kararlarıyla hukuk dengelenmeye çalışılmazdı.

Ruh cinayeti mi bedeni cinayet mi ağırdır?

Şirin’in avukatı yargı heyetine kısas kararını bozması için örnekleme yapmaya devam eder. “Sizler dünyada seri cinayetler olarak sınıflandırılan cinayet davalarının olduğunu biliyorsunuz. Nadir vakalar dışında tüm katiller polis tarafından yakalanıyor. Katillere ve suçlulara cezası verilebiliyor. Bu nasıl oluyor? Çünkü ortada bir ceset var. Olay yerinde caniye dair izler olduğu için. Ama bir ruh öldürülürse? Bir ruhu öldürmenin cezası nedir?

Hayat, ölçülen, görülen, somut suça somut ceza veriyor. Suç konusunda sadece suçluya suçun cezasını vermek mağdurun kaybını telafi etmez. Bir çocuğun gözlerinden çalınmış gülüş, ömründen de çalınmış olur.

Mağdurların şikayetçi olmaması suçu hafifletir mi?

Maalesef bu tür suçları yargılamayabilmek yıllar alıyor. Şirin’in avukatı savunmasında örneklemlerine devam eder. “Geçen gün gazetede okumuştum. Zavallı bir kadın iki erkek tarafından cinsel tacize uğramıştı. Allaha şükür kaçabilmiş ve polise suç duyurusunda bulunmuştu. Emniyet güçlerimi o adamları dört saatten kısa bir sürede yakaladı. O iki kişi suçlarını iki saatten daha az bir sürede itiraf ettiler; ama keşke tek suçları bu olsaydı. 35 tane daha cinsel taciz vakaları varmış. Otuzbeş taciz vakası; ancak bir tek şikâyet bile yok Nasıl olur da bu memleket otuz beş cinsel taciz vakası gerçekleştiği halde bir mağdur bile şikâyette bulunmuyor. Bunun sebebi nedir?”

35 şikâyet vakası ve bir tek şikâyet bile yok. Fotoğrafı filmden hayata çevirsek binlerce vaka sessizce kanıyor ve bir tek şikâyet bile yok. Bu neyin örtüsü.

“Şşşş Sezsiz ol. Sakin! Kızlar bağırmaz. Kızlar çığlık atmaz.”

Burada ailelerin itibarları konusuna değinmiştik. Tıpkı Şirin’in avukatının dediği gibi. Sebebi kurbanın ve kurbanın ailesinin itibarını korumak amacıyla, akrabaları arasındaki ve çevresindeki itibarlarını korumak amacıyla. Suçlunun yanında yer alarak suçlunun suçunu örtbas etmeleridir.

Neden ve hangi adla mağdur edilen bir kimse yıllarca kendisinden nefret ederek yaşamaya razı olmalı?

Hem de sesini çıkarmamalı ve hiçbir yere şikâyette bulunmamalı?

Neden?

Doğduğumuz andan beri kulağımıza sürekli söylenen sözlerden olabilir mi?

Şşşş Sezsiz ol’ Sakin! Kızlar bağırmaz.

Kızlar çığlık atmaz.

Her suçun yargılanması her ne kadar hukuk kuralları deterministse de karmaşık bir süreçtir. Her yargı, hukukun kurallarının yanı sıra kısmen yargıcın vicdanını da taşır. İnsanın vicdanı devreye girdiğinde, adeta bağırarak hemen sonuç almak ister. İntikam, öç almak ya da çabuk yargı; aklın ve iradenin değil limbik sistemin tepkisidir. Yani öğretilmiş bir bilgi ve bir yemindir.

Bugünlerde tecavüz ve taciz olaylarında sık sık ya protestolar ya da linç girişimleri var. Vicdan kurbandan yana olsa da bütün çirkinliklerin karşılığını bulması hatta dünyadan silinmesini istemek doğal bir tepkir ve haklı bir istençtir. Ancak önümüzdeki mesele şudur. Hukuka göre mi davranacağız; kafamıza göre mi? İlke ve kanunlar mı uygulanacak limbik sistem emirleri mi?

“El aman dikkat” diyesim geliyor. Haklı olduğumuzda suç işlemek doğru olsaydı, kazandığımız zaman kumar oynamayı da meşru ya da sevap saymamız gerekirdi.