Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Furkan Vakfı üyelerine karşı orantısız güç kullanan polisler ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sahip çıkmasını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşananlar karşısında sessiz kalmasını eleştirdi. Davutoğlu, “İçişleri Bakanı görünüşte Cumhurbaşkanı’na, esasta Bahçeli’ye bağlıdır. Bu anlamda devlet, çift başlı bir nitelik kazanmıştır. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı, baş edemeyeceği bir sorun olduğunda ve Sayın Bahçeli önce davranıp sınır çizdiğinde, aynen daha önce yaptığı gibi sessiz kalmayı tercih etmiştir. Sessiz kalarak ülke yönetilemez” dedi.

Ahmet Davutoğlu, partisinin genel merkezinde bugün düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Davutoğlu, şunları söyledi:

“KISA BİR TWEET MESAJI BİLE İLK AŞAMADA YETERLİ OLABİLİRDİ

Adana’da yaşanan ve kamu vicdanını yaralayan, kadın ve çocukların da olduğu toplulukların sokak ortasında coplandığı fiili işkence görüntüleri ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı’na açıklama yapması çağrısında bulunmuştum. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, kamu vicdanını teskin edecek bir açıklama yapmak yerine kritik konularda her zaman yaptığı gibi meydanı Sayın Bahçeli ve Soylu’ya bırakarak sessizliğe gömülmeyi tercih etti. Sesi ile ilgili sağlık sorunu nedeni ile grup toplantısı yapamadığı söylendi. Kendisine geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorum; ancak bu bir mazeret değildir. Ortaya çıkan tabloyu kınayan ve sorumluları için gerekli işlemin yapılacağını ifade eden kısa bir tweet mesajı bile ilk aşamada yeterli olabilirdi.

İÇİŞLERİ BAKANI GÖRÜNÜŞTE CUMHURBAŞKANI’NA, ESASTA BAHÇELİ’YE BAĞLI

Eğer vatandaşına sahip çıksaydı, hukuksuz davranan kamu görevlisinin değil mağdurun yanında olsaydı, çıkar açık bir şekilde tebrik ederdim. Eğer kendisini o makamlara getiren din ve vicdan özgürlüğüne duyarlı muhafazakâr kesimlerin sözcüsü olabilseydi, net bir destek verirdim. Eğer özellikle yabancı devlet adamlarına seslendiği gibi ‘Ey Bahçeli’ deyip iktidarın küçük ortağının mutlak güç sahibi gibi Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünü rehin almasına karşı durabilseydi, alkışlardım. Ama yapmadı, yapamadı. Çünkü iradesini teslim ettiği Bahçeli, salı günü grup toplantısında konu ile ilgili sınırları çizen bir racon kesmişti. Bunu yaparken de bu tablonun birinci sorumlusu olan İçişleri Bakanı’nın kendisinin himayesinde olduğunu bir kez daha göstermişti. Bugün İçişleri Bakanı görünüşte Cumhurbaşkanı’na, esasta Bahçeli’ye bağlıdır. Geçen sene Sedat Peker’in iddialarında olduğu gibi bu sene de bu görüntüler karşısında Bahçeli’nin himayesi ile makamını korumuş görünüyor. Bu anlamda devlet, çift başlı bir nitelik kazanmıştır. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı, baş edemeyeceği bir sorun olduğunda ve Sayın Bahçeli önce davranıp sınır çizdiğinde, aynen daha önce yaptığı gibi sessiz kalmayı tercih etmiştir. Sessiz kalarak ülke yönetilemez.

TAVSİYEMİZ, SAYIN ERDOĞAN’IN MAKAMINA, DEMOKRASİYE, HUKUK DEVLETİNE VE İNSAN HAKLARINA SAHİP ÇIKMASI

Yine de Sayın Erdoğan, hala konuşabilir ve tavrını ortaya koyabilir; bekleyeceğiz. Tavır konusunda önünde üç yol var. Birincisi; Sayın Erdoğan, birçok kez yaptığı gibi sanki bu ülkenin cumhurbaşkanı değilmiş gibi yaşanan rezalet karşısında sus pus olmayı tercih edebilir. İkinci yol; Sayın Erdoğan, bir cumhurbaşkanına yakışmayacak bir şekilde Bahçeli’nin vesayetini kabul ederek birkaç etliye sütlüye dokunmayan cümle kurarak durumu geçiştirmeye çalışabilir ya da Sayın Erdoğan, ülkenin cumhurbaşkanı olduğunu ispatlar, vatandaşlarına sokak ortasında işkence edenlerden hesabın sorulacağını söyler. Bu memurların amiri olan ve sağda solda mafya ağzıyla ‘önce yık, sonra hukuk arkadan gelsin’ diyerek hukuku takmadığını ifade eden bakanı görevden alır. Hepsinden daha önemlisi; açıkça işkenceyi, hukuksuzluğu ve gaddarlığı tebrik eden Bahçeli’ye ağzının payını verir. İlk iki yolu tercih ederse Sayın Erdoğan, en temel insan hakları ahlakından, en temel İslami değerlerden; vicdandan, adaletten ve milletimizin irfanından istifa ettiğini ilan etmiş olacaktır. Bizim tavsiyemiz, Sayın Erdoğan’ın makamına, demokrasiye, hukuk devletine ve insan haklarına sahip çıkmasıdır.

BİR SUÇ İSNADI VARSA BUNUN ÇÖZÜLECEĞİ YER SOKAKLAR DEĞİL YARGI MAKAMLARIDIR

Öncelikle bilinmesi gerekir ki mesele asla şu veya bu cemaati veya topluluğu savunmak değildir. Hiç kimse, hiçbir topluluk hukukun üstünde değildir. Bir suç isnadı varsa bunun çözüleceği yer sokaklar değil yargı makamlarıdır. Mesele, sadece başörtülü kadınların coplanması da değildir. Mesele, başörtülü olsun olmasın, kadın olsun erkek olsun, hangi siyasi düşünce ve inanca sahip olursa olsun insanların sokak ortasında işkenceye tabi tutulması ve otoriterleşme yönünde vahim bir aşamaya geçilmiş olmasıdır. Başörtülü kadının öne çıkması, iktidar sahiplerinin iktidarda kalabilmek için istismar ettiği 28 Şubat tehdidindeki iki yüzlü, riyakâr siyaseti ifşa etmesi bakımından önemlidir. Bu tablo, son yıllarda anlatmaya çalıştığımız bir gerçeğin bütün çıplaklığıyla anlaşılması bakımından önemlidir.

İKİ ŞER SENARYOSU

15 Temmuz şehitlerimizin mübarek kanları üzerinde otoriter bir sistemi inşa etmek isteyen güçler, iki şer senaryosunu alternatifli olarak devreye sokmak istemektedir. Birinci senaryo, söylemde ve sloganda milli ve manevi değerleri istismar eden, yolsuzluklarla çürümüş ve halkı yoksulluğa mahkum etmiş bu iktidarın bir dönem daha devam etmesidir. İkinci senaryo, bu iktidara yönelik tepkilerin sadece iktidardaki bir küçük zümreye değil onun temsil ettiğini iddia ettiği bütün toplumsal kesimlere yöneltilmesi ile bir iktidar değişiminin rövanşist bir zeminde gerçekleşmesi ve alternatif jakoben bir otoriterliğin yeni bir yolsuzluklar ağı ile devreye girmesidir. Önümüzdeki seçimlerde bu iki şer senaryosundan birinin gerçekleşmesi halinde ülkemizin belki on yıllarca sürecek bir iç gerilim sarmalına girmesi kaçınılmaz olacaktır. Otoriter milliyetçi-muhafazakarlık ile otoriter rövanşist-jakoben laiklik arasındaki kısır döngü milletimizin bütünlüğünü zedeleyecek, ülkemizin dar kaynaklarını tüketecek ve Cumhuriyet’imizin demokratik niteliğini yok edecek tehlikeler barındırmaktadır.

BİZ ÜLKEMİZİN YASAKLARA DEĞİL ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞMASI İÇİN ÇABA SARF EDİYORUZ

Farklı siyasi geçmişlerden gelmekle birlikte özgürlükçü demokrasiyi savunan herkesin, bir araya gelerek bu karanlık senaryoları engelleme sorumluluğu vardır. Biz, ülkemizin yasaklara değil özgürlüğe, kutuplaşmaya değil kaynaşmaya, polis devletine değil hukuk devletine, otoriterliğe değil demokrasiye, kaosa değil kamu düzenine, yoksulluğa değil refaha, yolsuzluğa değil temiz siyasete kavuşması için çaba sarf ediyoruz.

PARTİNİZİN DÜZELECEĞİNE İNANCINIZI KAYBETTİYSENİZ BU KÖTÜ GİDİŞE DESTEK VERMEYİN VE SAFLARIMIZA KATILIN

Güç yozlaşmasına kapılmamış değerli AK Partili kardeşlerim; biz, bu iki şer senaryoyu durdurabilmek için her türlü baskıya direnerek çaba göstermeye devam edeceğiz. Ancak burada tarihi görev ve sorumluluk size düşüyor. Bu şer senaryolarını engellemek için harekete geçin. Eğer hala partinizin düzelebileceğine inanıyorsanız korkmayın ve sesinizi yükseltin. Kapalı kapılar ardında yaptığınız eleştirilerin hiçbir faydası olmuyor, sadece riyakar bir kültürün yayılmasına yol açıyor. Eğer partinizin düzeleceğine inancınızı kaybettiyseniz bu kötü gidişe destek vermeyin ve saflarımıza katılın. Korkmayın.”