İlginç, siyasi nezaketi anlatan bir yazıyı sizlerle payaşmak istedim... 

Siyasi ahlâka dair bir anı: 

Lâcivert elbiselerini giydiler, kravatlarını taktılar, üstlerini başlarını ayna karşısında özenle bir kez daha gözden geçirdiler. Sonra da sabahın saat 7.30'unda günlük olağan voltalarını atmak üzere deniz kıyısına indiler.
Zincirbozan'da bulunan CHP kökenliler 9 Eylül 1983 günü yine her sabah olduğu gibi, deniz kıyısında 110 metrelik yolda volta atmaya inerken, işte böyle lâcivertler içindeydiler. Her sabah bu saatlerde "Zincirbozan Ahalisi" odalarından çıkar ve volta atarak günde yaklaşık on kilometre yürümeye çalışırlardı. 110 metrelik yolun ilk müşterileri de genellikle Süleyman Demirel ile Süleyman Genç'ti. 
Aradan onbeş yirmi dakika geçti, AP'liler baktı ki, CHP'ilerin tümü lâciler içinde. Şöyle uzaktan bakıyorlar, pek bir anlam veremiyorlardı. 
Biraz sonra Demirel CHP'lilerin topluca bulunduğu yere geldi ve büyük bir şaşkınlık içinde sordu: 
"Beyler, ne oluyor bugün burada?.. Yabancı bir misafiriniz filân mi gelecek?"
CHP'nin Zincirbozan'daki en büyüğü Sırrı Atalay oturduğu sandalyeden kalktı ve "Beyefendi, sizi rahatsız etmek için söylemedik. Bugün 9 Eylül, yani CHP'nin kuruluş yıldönümüdür. Bizim için özel bir gün sayılır. Hiç değilse bugün, kıyafetlerimizi değiştirerek, günlük pantolon ve şortları atarak buradaki elbiselerimizi giyip bugünü aramızda kutlamayı düşündük, onun için bugün bu kıyafetle dolaşacağız..."
Demirel'in ağzından tek bir sözcük çıktı: "Yaaa!.." Yüz hatları gerildi ve "Peki" diyerek ayrıldı.
CHP'liler orada askeri kampın içinde yerden otların arasından kır çiçekleri topladılar. Kampta bir de Atatürk büstü vardı. Hep birlikte, önlerinde Sırrı Atalay olduğu halde, Atatürk büstüne topladıkları kır çiçeklerini koydular. Sonra da saygı duruşunda bulundular.
Döndüler baktılar ki, AP'lilerin tamamı da günlük giysilerini çıkarmışlar, kravatları takıp elbiselerini giymişler, başta Demirel olmak üzere kendilerine doğru geliyorlar.
AP'liler kendi içlerindeki protokole göre sıralanmışlar, ellerinde bir kutu şeker, o anda hemen nasıl bulabildilerse de, gelip tek tek CHP'lilerin "Kuruluş Günü"nü kutluyorlar. 
Herkesi yeniden duygusal bir hava kapladı, gözler nemlendi, Demirel'in ağzından şu sözler döküldü.
"Bu mantık olduğu sürece, ne bu parti ölür, ne de bu memlekette demokrasi ölür... Tutukluluk halinin surdüğü bir yerde, böyle bir yerde bile, tutukluluğunu unutup partisinin kuruluşunu kutlayan insanların var olduğu bir memlekette, ne parti ölür, ne de demokrasi... Hepinizi kutlarız."
Herkes birbiriyle kucaklaştı. Ondan sonra da Ismet Paşa'dan başlayarak yaşanan ortak anılar tek tek anlatıldı. Demirel, Ismet Paşa'yı nasıl kızdırdığını anlatıyor, Çağlayangil, Ecevit'le karşılaşmalarını aktarıyor, CHP'liler partiye nasıl girdiklerini, seçimlerden sonra ilk kez meclise nasıl seçildiklerini anlatıyorlardı.
Kampta bulunan askerler de șaşırmıştı, herkesin böyle gün ortasında ve bir "mecburi ikamet durumunda" lâcivert elbiseleriyle dolaşmasına... Kamp komutanı özür dileyerek yanlarına yaklaştı ve ne olduğunu sordu. Ne olduğunu öğrenince, "Affedersiniz!.." dedi, şaşırdı ve şaşkınlıkla "Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?" diye sordu.

(Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siyaset  Tekin Yayınevi  Syf. 363)