Çok vaktim yok sevdiceğim birkaç satır yazıp gideceğim. 
Geç kaldım. 
Çok mu kaldım?
Az mı kaldım?
Kaldım mı bilemedim. 
Ama vakit dar gideceğim. 
Evet;
Birkaç satır yazarken bu çayla sigara içeceğim. 
Çayın çok sıcak olması şimdilik beni ondan uzak tutuyor.
Ama soğuyana kadar beklemeli miyim bilemedim.
Evet son kibrit ile bu sigarayı yakabilmeliyim. 
Geç kaldım. 
Aceleden sigaramı ters de yakmamalıyım.
Tabii ki yok yanılmıyorsun, hala tütün içiyorum.
Evet filtre yok haklısın bir anda öyle düşündüm. 
Ben bu cigarayı inadına ağır ağır içeceğim.
Parmaklarımın arası ve dahi sakalım bıyığım sararmışsa da dumandan, Vaktim yok silmeye. 
Hele hele beyazlayana kadar saçım, sakalım hiç beklemeyeceğim. 
Evet aceleden “y” ler “z”ye benziyor.
Yazarken bütün imla kurallarını da hiçe saydığım doğrudur. 
Çünkü sana bir şeyler yazıp gideceğim.
Tam da şehirler arası bir otobüs yolculuğunda 
Her şeyi o yirmi dakikaya sıkıştırmak zorunda olmak gibi bir hal bu.
Ya da bir ambulans şoförünün sağ şeridi bilinçsizce kapatan araçlarla mücadelesi 
Ve telaşı gibi. 
Evet;
Bu terlerde itfaiyecilerin baretlerinin altından akan terler gibi. 
Ah geç kalıyorum farkındayım. 
Kelimeler koşuyor. 
Ama ben yazarken onlara yetişemiyorum. 
Dolu yağarken araçlarının üzerini örtmeye çalışan insanlar gibi Kalbim yerinden fırlayacak. 
Yetişemeyeceğim sanki.
Koşarak mı gitmeliyim? 
Şu geçen araçlardan birine el mi etmeliyim? 
Ya el diye durmazlarsa, 
Kendimi tanıtacak vaktim de yok. 
Kendimi tanıyor da değilim. 
Ah ben bir an önce gitmeliyim. 
Sağ ayağımın içe basması beni yavaşlatır hep. 
Ben en iyisi bir bisiklet ile gitmeliyim. 
Evet;
Küçükken de o bisikleti aldırmakta ne kadar aceleci ve ısrarcı olmuştum. 
O kadar acele etmeseydim belki mavi yerine 
Bir gun sonra gelecek olan o siyah bisikleti alabilirdim.
Acele etmeliyim, 
Ama bu bisiklet o bisiklet değil. 
O ne kadar da hızlı gidiyordu! 
Hele babam arkadan ellerini bırakınca uçuyordu havalara Yok bu uçmuyor.
Bundan eminim. 
Hay aksi geç kalacağım bisikletle gitmeyeceğim. 
Sana bir şey deyip gideceğim. 
Bu korna sesleri, 
Şuracıkta ayakkabı boyayan çocuğun hızlı hızlı fırçayı iskarpinlere sürmesi, Şuracıkta toplanan sendikacıların ardarda attığı sloganlar, Ah herkesin mi acelesi var? 
Süratli ya da hızlı bir an evvel gitmeliyim!
Süratli mi yoksa hızlı mı gitmeliyim? 
Formülü unutmuş olmalıyım. 
Hız = x/t mi hız? 
Sürat = d/t mi? 
Neyse bunların bir önemi yok. 
Görenler lafı dolandırıp duruyorum sanacak. 
Dağlardan, patikalardan, göl kenarlarından, Stabilize yollardan, Arnavut kaldırımlarından.. 
Aslında öyle bir durum değil bu. 
Ben geç kalıyorum, iki satır yazıp gideceğim.
Gideceğim de nasıl gideceğim ben sevdiceğim? 
Nereye gideceğim? 
Nereye geç kalıyorum?
Nereye yetişmeliyim? 
Nereye gidiyorum da ne ile gidersem yetişebileceğim? 
Ben nereye niye gideceğim?
Aylardan hangisi de ben hangisine yetişeceğim?
Şimdi bağ bozumu vakti mi? 
Yoksa narenciyeler mi dalında? Hem mandalin var bak manavın tezgahında Hem de üzüm. 
Ah iki gözüm; 
Ben Çarşamba’da mı Yoksa Antakya’da perşembede mi, Yoksa cumaya mı gideceğim? 
Sahi ben nereye gideceğim böyle alelacele?
Çocukluğuma gideceksem dönüşü çok yorucu. 
Bak oradan mavi bisikletle de gelemiyorum.
Yok oraya gidemem. 
O yokuşları dönüş yolculuğunda çekemem.
Hem oralardan tekrar geçemem. 
Peki nereye gideceğim? Şimdi o iki satırı da sana yazıp, Ben nereye gideceğim?
Neye geç kalayım? 
Nerede kalayım? 
Ya beş geçe ya on kalayım.
Tek mi kalayım? 
Tam da burada böylece mi kalayım? 
İki satır sana yazacaktım. Tamam onu yazayım.
“ Ben sevdiceğim;
 Bu yaz da mı burada kalayım.”