Hayat tempo değiştirdikçe, ilişkiler de sessizliğin yeni biçimlerini üretiyor. “Ghosting” tam da bu sessizliğin en gürültülü hâli. Bir mesajın görülüp cevapsız kalması değil sadece; bir insanın, kendi hikâyesinden aniden silinivermesi. Ne açıklama vardır ne kapanış… Kalan ise hep aynı: cevapsızlıkla gelen soru işaretleri.
Oysa ghosting, terk edilenin değil, kaçanın duygusal kapasitesini anlatır. Çünkü yüzleşmek cesaret ister; ne hissettiğini, ne hissetmediğini söyleyebilmek ise olgunluk… Kaçan kişi, ilişkiyi değil en çok kendi duygularını yarım bırakır aslında.
Biz geride kalanlar içinse önemli olan tek şey var: Birinin sessizliği, kendi değerimizin aynası değildir. Bazen kaybolan, bizim değil; karşımızdakinin içsel bütünlüğüdür.
Ghosting’e maruz kaldığımızda sormamız gereken soru şu değil: “Ben neyi eksik yaptım?”
Asıl soru şudur: “Sessizliğin konduğu bu yerde, ben kendim için neyi tamamlayabilirim?”
Kapanmayı karşımızdan beklemek insanidir; ama gerçek kapanış, kendimize verdiğimiz “Ben buradayım” sözünde saklıdır.