Eskişehir’de deprem riskinin artmadığını belirten ve şehir hakkında yapılan değerlendirmeleri hayretle izlediğini söyleyen Prof. Dr. Erhan Altunel, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Bu açıklamaları kim yapıyor bilmiyorum açıkçası. Benzer soruları siz geçtiğimiz yıl da sordunuz, 3 yıl önce de sordunuz. Dolayısıyla bu süre içerisinde Eskişehir'deki deprem riskini artıracak herhangi bir gelişme olmadı. Bildiğim kadarıyla da Eskişehir fayının üzerinde depremselliği anlamaya yönelik önemli çalışma yapan birileri de olmadı. Şunu söyleyebiliriz, Eskişehir'in yakınlarından geçen ve orta büyüklükte deprem üretme potansiyeli olan bir fay zonumuz vardır. Örneğin 1956 yılında bir deprem meydana gelmişti biliyorsunuz. Orta büyüklükte deprem üretme potansiyeli olan bir fay var, ama dediğim gibi deprem riskini arttıracak herhangi bir gelişme olmadı. Onun için bu söylenenler ya da bu tür değerlendirmeleri yapanlar neye dayanarak, hangi verilere dayanarak bu tür değerlendirmeleri yapıyorlar, bunu anlamak mümkün değil.
Deprem 2 türlü hasar veriyor, bir, yüzeyde yırtılma meydana gelirse, o yırtık üzerinde, yani fayın üzerindeki binalar yıkılır çünkü onun kaçışı yok. Bir de şiddetli yer sarsıntısı var. İşte bu yer sarsıntısında binaların bulunduğu yerin jeolojik özellikleri son derece önemli, bir de üst yapının kalitesi önemli. Gelelim şimdi Porsuk Havzasına. Sonuçta Porsuk dağlardan, taşlardan yüksek enerjili iken, içerisine aldığı malzemeleri gelip Eskişehir ovasında akarken bırakıyor çünkü enerjisi azalıyor. Onun için havzada ince, silt, kil ve kumdan çakıl boyutuna kadar bir sürü gevşek çökel bulunuyor. Bunlar deprem sırasında tehlikeli, sıkılaşmaya neden olan zeminlerdir. Bu tür zeminler üzerinde zemin özelliklerini araştırmadan üst yapıyı oluşturursanız, deprem sırasında hasar kaçınılmaz olur. Antakya'da da örneğini gördük. Eskişehir'de yetkilerimizi hep uyarıyoruz, belediye başkanlarımızı mümkün olduğunca havzanın dışına, yüksek yerlere kaymak, yoğunluğu oralara vermek lazım diye. Ama ne yazık ki şu ana kadar dikkate alınmadı. Bunun mutlaka idareciler tarafından dikkate alınması gerekir.
Zemin özelliklerini bildikten sonra, o zemin özelliklerine uygun şartlarda üst yapıyı gerçekleştirirseniz, ülkemizde hiç kimse depremden ölmez. Örneğin, depremsellik konuşurken hep ya jeologlar konuşur ya da jeofizik konuşur. Ben örneğin bir jeoloğum, biz jeologlar herhangi bir yerin jeolojik durumunu ortaya koyarız. O durumu ortaya koyduğumuzda bizim işimiz biter. Ondan sonra işte üst yapıcılar bizim ürettiğimiz verileri alarak, üst yapıyı ona göre planlamaları lazım. Dolayısıyla böyle bir disiplinler arası, yani meslekler arasında da bir iş birliği olursa. Herkes birbirinin alanına böyle tecavüz etmeden kendi sınırları içerisinde işini yaparsa, bu ülkede yani ben çok net söylüyorum depremden insan ölmez. Örneğin 100 kilometre uzakta bir deprem oluyor. Onun sarsıntısından Eskişehir'de bina yıkılıyor. Biraz önce dedik ki, örneğin Eskişehir'de de orta büyüklükte deprem üretme potansiyeli olan bir fay var. Orta büyüklükteki bir depremin Eskişehir'de olduğunu düşünün, çok daha yakın olacak. Hele ki bir de yine daha önceki çalışmalarda da hep söylendiği gibi Eskişehir'in fay zonu üzerinde muhtemelen yerleşim yerleri vardır, eğer bunun üzerinde bir deprem meydana gelirde, yüzeyde kırık oluşursa, fay zonunun üzerindeki binalarda doğal olarak hasar olacak. Bir de onun dışında deprem çok yakın olduğu için, 1999 yılında da burada yorulan binalarda hasar görebilir. 99 depreminde bile merkez üssü uzakta olmasına rağmen bildiğim kadarıyla 200 üzerinde bina oturulamaz hale geldi. Orta büyüklükteki bir depremin Eskişehir fayında meydana gelmesi doğal olarak hasarı arttıracaktır. Allah korusun biz can kaybı olmasını istemiyoruz tabii ama bu da yani gerçek, yani yorulan binaların yıkılması muhtemel. Depremin hangi saatte, ne zaman meydana geleceğini bilemiyoruz, işte Kahramanmaraş'ta deprem sabaha karşı, herkes yataklarındayken oldu. Benzer şey burada da olursa kaçınılmaz olacak.
Dediğim gibi biz yerleşimciler artık Türkiye'nin neresinde deprem olur? Fay dediğimiz şey nerelerden geçiyor, hangi pay tehlikelidir, hangisi değildir? Bütün bunları biliyoruz. Biz bunları ortaya koyduktan sonra, zemin özelliklerini ortaya koyduktan sonra idarecilerin yapacağı tek şey, benim yönettiğim yerleşim yerinin jeolojik durumu bu, zemin özellikleri böyle. O zaman üst yapılara diyecek ki ‘buna uygun üst yapıyı geliştirin ya da bakın.’ Onlar da ona uygun üst yapıyı geliştirdiklerini de hiçbir sıkıntı kalmayacak ve aslında bir idarecinin yani yerel yönetim açısından örneğin belediyelerin halkına yapabileceği en iyi hizmet, o yaşadığı, yönettiği yerdeki insanların maddi olarak ve manevi olarak güvenli midir değil midir? Hesaplamak. Çünkü düşünün, Kahramanmaraş’taki deprem ne kadar süreli oldu? Deprem 90 saniye civarında yaşandı, 90 saniyede 10 binlerce insanı kaybettik. Maliyeti ne kadar? Milyarlar dolar. 90 saniyede bu kadar maddi kaybımız oluyor işte. Eğer her yerel idareci, idare ettiği yerin jeolojik özelliklerini belirlerse, ona uygun üst yapı geliştirirse ne can kaybı olur, ne maddi hasar olur. İnsanlar da kendi canlarının güvende olduğunu hissettiklerinde, mallarının güvende olduğunu hissettiklerinde o zaman mutlu mutlu yaşayacaklar ve bir idarecinin halkının yapabileceği en iyi hizmet, onların can güvenliğini ve mal güvenliğini garantiye almaktır. Yoksa en iyi sosyal aktivite olsun, insanların kendi canlarının güvenliğini hissetmedikten sonra eğlence olsa ne olur olmasa ne olur? Çünkü öncelik can ve mal güvenliğidir.”