Yılmaz Büyükerşen 17 Mayıs'ta yaptığı açıklamada gençlere mektup göndereceğini söylemişti. Yılmaz Büyükerşen imzalı mektuplar Eskişehir'de ilk kez oy kullanacağı tespit edilen gençlere ulaştırılmaya başlandı. Bu mektupları parti görevlileri gençlerin adreslerine ulaştırırken, yüzbinlerce bastırıldığı öğrenilen mektupların matbaa maliyetlerinin ne şekilde karşılandığı tartışma konusu oldu. Bu konuda herhangi bir açıklama gelmezken, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi bütçesinden karşılandığı da iddialar arasında.

Yılmaz Büyükerşen 17 Mayıs tarihinde konu ile alakalı olarak; "Şehrimizde 18 yaşına girmiş gençlerimiz var. Bu gençlerimize neden oy vermeleri gerektiğini anlatmamız lazım. Teker teker anlatmamız lazım. Ne yapıp ne edip bu kısa süreçte ikinci tur seçimlerine kadar gençlerin üzerinde hassasiyetle durmak lazım. Bütün genç arkadaşlarıma, hocaları olarak son nasihatlarimi mektupla vermek istiyorum. Sayılarını küçümsememek lazım. 100 binlerce gencimiz var. Onların dikkatini çekmek lazım." demişti. 

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in gençlere gönderdiği mektupta şu ifadeler yer alıyor;

“Çok Değerli Genç, Arkadaşım…

Ömrümün en verimli yıllarını, sizlerin ve ülkemizin geleceği için, gerek hocanız olarak, gerek üniversite yöneticisi olarak hep siz gençlerin arasında geçirdim. Sonrasında da, 1999 yılında belediye başkanı olduğum günden bu yana parklarıyla, senfoni orkestrası ve şehir tiyatrolarıyla, gençlik merkezleriyle, müzeleriyle, konserleri ve festivalleri ile siz genç arkadaşlarımın yaşamaktan gurur ve mutluluk duyacağı bir şehir yaratmak için var gücümle çalıştım. Geçen 24 yılda hemşerilerimle el ele vererek, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın gıptayla takip ettiği bir şehir haline gelmeyi başardık.

Tüm bu yıllar boyunca en önemli ilkem, siyasi görüşü ne olursa olsun herkesi kucaklamak, herkese hizmet etmek oldu genç arkadaşım. Sakın bununla övündüğümü düşünme; aslında zaten olması gereken budur, bunu sen de ben de çok iyi biliyoruz.

Sadece belediye başkanlarının değil, bu millete hizmet eden, bu milleti ve bu vatan topraklarını sevdiğini iddia eden herkesin ilkesi de bu olmalıdır. Eşit ve erişilebilir hizmetlerin yanı sıra, adalet de, kalkınma da, refah da sadece bir grubun değil, tüm milletin hakkıdır. İşte sana bu mektubu yazıyor olmamın nedeni bu. Büyük Önderimiz

Mustafa Kemal Atatürk'ün bundan 100 yıl önce kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinin en karanlık, en zorlu dönemini yaşıyor.

Ekonomik açıdan baktığımızda, ülkemizin nasıl derin bir yoksulluğa sürüklendiğini ve yaşam koşullarının her geçen gün daha da zorlaştığını sen de yaşayarak görmüyor musun?

Öte yandan hak, hukuk ve adaletin sadece belirli bir kesimin lehine işletilir olduğuna, sosyal devlet anlayışının tamamen terk edildiğine, emeğin hunharca sömürüldüğüne sen de şahit olmuyor musun?

Dört mevsimin bir arada yaşanabildiği bu güzel ülkemizin bereketli topraklarında çiftçilerimizin artık üretemez olduğunu, peynirden ete, sarımsaktan, hatta hayvan yemi samana kadar, her türlü ürünü ithal ettiğimizi, sen de biliyorsun.

Limanlarımızın ve madenlerimizin yanı sıra birçok yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin yabancılara satılması, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün resmi bulunan Türk Lirasının diğer ülke paralarının karşısında bu kadar değersizleşmesi seni de incitmiyor mu?

2.Dünya Savaşını Atatürk'ün "Yurtta Sulh. Cihanda Sulh" ilkesiyle yara almadan atlatan ve savaşın tüm taraflarıyla ilişkisini dengeli bir şekilde yürütmeyi başaran Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, bugün yürütmekte olduğu akıl almaz derecede saldırgan ve diplomasiden uzak, dış ilişkiler politikası nedeniyle, nasıl yalnız bırakıldığını görmek seni de hayal kırıklığına uğratmıyor mu?

Asıl felaketin 6 Şubat tarihinde yaşamış olduğumuz deprem değil de, bir deprem ülkesinde yaşadığımız halde, bu doğa olayına karşı hükümet tarafından 20 yıldır hiç bir hazırlığın yapılmaması, hiçbir önlemin alınmaması olduğunu birlikte tecrübe etmedik mi? 50.000'den fazla kardeşimizi, ablamızı, abimizi. amcamızı, arkadaşımızı, teyzemizi sorumsuz ve vurdumduymaz bir yönetim anlayışı daha açık konuşmak gerekirse, tek adam rejimi yüzünden yitirmedik mi?

Yitirdiğimiz daha birçok şey var; ama belki de en önemlisi özgürlüğümüzü yitirmiş olmamız değil mi? Basın özgürlüğünü, eleştirme özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, festivallerde arkadaşlarınla birlikte doyasıya eğlenme özgürlüğünü, istediğin gibi giyinme özgürlüğünü, gittiğin bir eğlence yerinde gece on ikiden sonra müzik dinleyebilme özgürlüğünü kaybedeli çok olmadı mı?

Maruz kaldığımız bu tek adam rejiminde, yaşanan her türlü felakette öncelikle örgün üniversite eğitimine ara verilmesi, siz genç arkadaşlarıma yapılan başka büyük bir haksızlık değil midir?

Kalkınmış, medeniyet seviyesi yüksek, evrensel değerleri ilke edinmiş tüm ülkeler yürüttükleri devlet politikalarında eğitime, öğretime bilime ve sanata öncelik verirken, bizim ülkemizde eğitim ve öğretimin her fırsatta sekteye uğratılması, bilime ne kadar az önem verildiğinin kanıtı değil midir?

Doktorundan çiftçisine, öğretmeninden maden işçisine, müzisyeninden aktivistine, kadınından gencine herkesin, sistematik olarak fütursuzca aşağılandığı ve hedef gösterildiği bu tek adam düzeninin değişmesinin vakti geldi genç arkadaşım. İşte sen bu değişimi sağlayabilme gücüne sahip olduğunu bilmelisin. İlk kez kullanacağın oyunla, güzel ülkemizin tek adam rejiminden kurtularak güçlendirilmiş parlamenter sistemine kavuşmasını ve Atatürk'ün de dediği gibi Egemenliğin Yeniden Kayıtsız Şartsız Milletin olmasını sağlayabilirsin.”