Saadet Partisi Eskişehir İl Başkan Yardımcısı Levent Baştürk şu açıklamaları yaptı;

“Atanmış İçişleri Bakanı Süleyman Soylu iki gün önce yaptığı açıklamada seçim dönemine girildiğini belirterek, "Seçimin güvenliği bize emanettir” sözlerini sarfetti. Sözlerine şunları da ekledi:  "Ülkemizde her seçim, seçim bittikten sonra, herkesin sonucunu kabul ettiği, güvenliği açısından herhangi bir tartışmanın olmadığı bir seçim olarak nihayetlendi”

Sayın Soylu’nun bu açıklaması, kişi başına düşen milli gelirin 2009 seviyesine düştüğü günümüzde hâlâ ekonomik mucize masalları anlatılması kadar ciddiyetten uzak bir durum arzediyor. Ya da giderek otoriterleşmiş bir rejimde yaşıyor olmamıza rağmen iktidarın “ileri demokrasimiz”le övünmesi kadar saçma. 

Sn. Soylu’nun açıklaması “tilki vaaz vermeye başladığında gözünüz tavuklarda olsun” deyişini hatırlatmakta; yani, kamuoyunun geniş bir kesimini haklı olarak endişelendirecek bir nitelikte. Neden kaygı verici olduğu sorusunun merkezinde de bizzat adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında bizlere sunulan rejim var. Bu rejim otoriter ve Reis’iyle özdeş bir Parti’nin Devlet’le bütünleşmesi sonucu ortaya çıkmış bir rejimdir. 

Reis’in hakimiyeti altında ve Devlet’le bütünleşmiş veya içiçe girmiş Parti’nin merkezinde olduğu bu rejim, diğer demokrasi karşıtı siyasal güçlerle de ittifak halindedir. Şahıs + Parti + Devlet birleşmesi üzerine oturan rejim, önümüzdeki seçimleri her ne pahasına olursa olsun kazanmak için elindeki tüm imkanları sonuna kadar kullanmaya kararlı ve azimli görünmektedir. Bu manzara karşısında akla şu soru gelebilir: Demokrasi karşıtı otoriter bir rejim neden seçime gerek duymaktadır? 

Çünkü sayı üstünlüğünü her türlü haklılığın ölçütü olarak görmektedir. Bu, çoğunluğun tiranlığı dediğimiz durumdur. Milli irade olarak görülen sayısal çoğunluk, istenilen her şeyin yapılmasını meşru kılan bir gerekçe olmaktadır. Bu anlayış demokratik bir hukuk devletinin olmazsa olmazı olan güçler ayrılığını “vesayet” olarak görmektedir. 

Kısaca, mevcut rejim sayısal çoğunluğu meşruiyetin kaynağı olarak gören bir seçimli otoriter rejimdir. Sayısal çoğunluk, her türlü haklılığın ölçütü olarak görülmektedir. Bu çoğunluğa ulaşılması, iktidar sahiplerine göre rakipler arasındaki adil ve serbest bir yarış ortamının olmasını gerektirmez. Tek Şahıs + Parti iktidarını sandık yoluyla sürekli kılmak için her yolu meşru gören bir ittifak adil ve serbest seçimi bir zaruret olarak görmemektedir. Nitekim 2014 yerel seçimlerinden beri bu ülkede adil ve serbest seçim şartları hususunda sürekli bir gerileme yaşanmaktadır. 31 Mart İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptali bunun en somut göstergelerinden biridir. Adil ve serbest seçim şartları, seçim kanununda yapılan bir takım değişikliklerle daha da aşındırılmıştır. 

Ayrıca, böyle bir rejimde sicili hayli sıkıntılı atanmış İçişleri Bakanı Soylu’nun seçim güvenliği konusunda vermiş olduğu teminat da muhalefet tarafından alarm zillerinin çalınmasını gerektiren bir durumdur. O, bir atanmış olarak seçilmiş muhalefet milletvekillerine ağır hakaretler savurmakta, onlara hain demekte ve terörist ilan etmekte hiçbir sakınca görmemektedir. O, olmadık şahıslarla çektirdiği resimlerden oluşan foto galerisiyle Susurluk Düzeni’nin devam ettiği kanısını uyandıran bir zattır. Emrindeki emniyet güçlerinden, suçu mahkeme önünde ispatlanmamış zanlılara karşı şiddet uygulanmasını isteyebilmektedir. Ve kendi siyasi ikbali için vergi mükelleflerinin kesesinden 8 bin kişilik troll ordusu beslediği iddialarının muhatabıdır. 

 Mevcut otoriter rejimde, bu ülkede adalet talep eden kitleleri kaygılandıran bir diğer durum da, iktidar partisinin ittifak ortağının kendisini hukukun üstünde konumlandıran tutumudur. Aynı AK Parti gibi, MHP de kültür çatışması ve kutuplaşmayı kendi seçmen kitlesini konsolide etmek için bir vasıta olarak görmektedir. Hatta mevcut rejimin hukuksuz icraatlarına, hukuksuzluk çıtasını daha da yukarı çıkararak destek olmaktadır. 

Marketlerin şeytanlaştırılması sürecinde gördüğümüz gibi, iktidarın kullanmadığı tehdit dilini küçük ortak daha rahatlıkla kullanmaktadır. Ayrıca küçük ortağın hapishaneden çıkmalarına vesile olduğu organize suç örgütü liderleri de böyle durumlarda rol üstlenmektedirler. Tehditler savrulurken de vatan-millet-bayrak istismarı hukuksuzluğun üstünü kapatan bir örtü olarak kullanılmakta. 

Böyle bir ortamda, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in katledilmesi vakasını oldukça manidar. İktidarın küçük ortağının hiçbir yetkilisinin bu cinayetin ardından taziye mesajı yayınlamaması ve bir MHP milletvekilinin etrafında oluşan şüpheler Ateş’in teşkilat içi bir çekişmeye kurban gittiği izlenimini doğuruyor. Bu şartlar altında olayın açıklığa kavuşturulacağı konusunda da kamuoyunda bir karamsarlık hakim. 

Ancak Sn. Soylu’nun basın açıklaması bağlamında üzerinde durduğumuz hususların ve olayların net olarak ortaya koyduğu bir durum var: Eğer önümüzdeki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde bir iktidar değişimi gerçekleşmezse,gelecekte, bugünkü kötü günlerimizi de aratan günler yaşamak zorunda kalacağız. Cumhur İttifakı’nın seçimleri tekrar kazanması durumunda bu ülkede artık hak, hukuk ve adaletten konuşmanın tamamen imkansızlaştığı bir dönem açılacaktır.

 Saadet Partisi olarak, sağduyusuna ve basiretine güvendiğimiz halkımızın önümüzdeki seçimlerde tebalık dayatan otoriter/baskıcı rejim yerine, hukukun üstünlüğünü esas alan bir gelecek için oy vereceğine inanıyoruz. Halkımız vergilerini israf eden ve belli kesimlere peşkeş çeken sorumsuz bir otoriter rejim yerine eşit vatandaşlık esasına dayalı hak, hukuk ve adaletin tesis edilmesini amaçlayan, şeffaflık, hesap verebilirlik ve denge ile denetim mekanizmalarını yürürlüğe koyacak bir alternatife teveccüh edeceğinden kuşku duymuyoruz.”