Aristo’nun öğrencisi, 3. Aleksandros, nam-ı diğer Büyük İskender, Makedonya’dan çıktığı “fetih” sürecini 9 yıl sonra Hindistan’da bitirdiğinde, ‘yola çıktıklarının’ çoğunu, ‘yolda bulduklarına’ değişmişti bile…
32 yaşında Babil’de öldüğünde, Makedonya’dan yola çıkarken yanında olan arkadaşlarının hiçbiri yanında değildi…
Ama bugün, 2020 yılında, Eskişehir’de bir ‘köşe yazarı’ yazısına onun hayatından bir alıntıyla başlıyor, neredeyse 2 bin 500 yıl sonra…
Biliyorum, teşbih hata kabul etmez, o yüzden, yaptığımın bir “örnek gösterme” değil de anlatacağım gerçekliğe “güçlü vurgu” olarak kabul edilmesini isterim naçizane…
Dünyanın neresinde, tarihin hangi döneminde olursa olsun, bir devleti, uzun, çok uzun yönetenlerin tamamında aynı durum yaşanır…
Bir lider, 20 yıl boyunca yöneticilik yaparken, mutlak değişimler yaşar. Yeni öğrendiklerinden dolayı kendisi değişir, gelişir; çevresindeki kişiler kendi iç dünyalarında değişir, kendisinin ve çevresindeki kişilerin öncelikleri, gereksinimleri değişir, işin içine ego girer, ‘benim vaktim gelmişti’ duygusu baskın hale bürünür ve nihayetinde 20 yıl önceki lider de değişip başka bir kişi olmuştur, çevresindekilerin neredeyse tamamı da değişmiştir…
Bu hep böyle olmuştur…
Bu hep böyle olacaktır…
Değişim, dinamizm ile ikiz kardeştir, mutlak şarttır…

Konumuz AK Parti ya…
Gelelim Recep Tayyip Erdoğan’a…
Çok değil, Erdoğan’ın sadece üç bakanlıkta bugün bakan olanlar dışında, birlikte çalıştığı isimlere bir göz atalım isterseniz:
Milli Eğitim Bakanları…
Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz…
Ekonomi Bakanları…
Ali Babacan, Mehmet Şimşek, Zafer Çağlayan, Nihat Zeybekçi, Mustafa Elitaş…
Dışişleri Bakanları…
Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu…
Sadece üç bakanlık…
Sadece üç bakanlıkta, bakan olmuş isimlerden kaçı hâlâ Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte?
Üç mü, dört mü?
Geri kalanlar yok…
Hatta…
Erkan Mumcu, Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ya bir parti kurdular ya da başka bir partide genel başkan oldular. Abdüllatif Şener’i saymıyorum bile…
“AK Parti’nin içi fokur fokur kaynıyor” deniliyor. O zamanlar da kaynıyormuş da haberimiz yokmuş, öyle değil mi?
Bu kadar “deve dişi” gibi ismin olduğu liste içinde bazılarının açık açık bazılarının da mahfi de olsa “neden artık kenardayım” demesi, “bana görev düştüğünde layıkıyla yaptım, şimdi sıra diğer isimlerde” demelerinden daha insanîdir kanımca…
Uzun süreli liderliklerin, sakınılması ve belki de bertaraf edilmesi gereken sıkıntılarındandır bu durum…

Gelelim şehrimize…
AK Parti, Eskişehir’de de görev yaptıklarında kıyasıya eleştirilen, yerin dibine vurulan, ancak daha sonraları, “Aslında görevlerini ne kadar da güzel yapıyorlarmış” diye hakları teslim edilenlerin hepsinden değil, ama birkaçından bahsedelim…
Salih Koca…
AK Parti kendisini 31 yaşında il başkan yardımcısı, 36 yaşında il başkanı ve 39 yaşında da milletvekili yaptı…
Dündar Ünlü…
AK Parti’de, 39 yaşında meclis üyesi, 44 yaşında il başkanı, 48 yaşında da milletvekili adayı oldu, dördüncü sırada olmasına rağmen vekilliği kıl payıyla kaçırdı…
Volkan Doğan…
AK Parti kendisini 26 yaşında meclis üyesi, 32 yaşında Eskişehir’in en büyük ilçesinde ilçe başkanı, 36 yaşında da Odunpazarı Belediye Başkan adayı yaptı, o da, “imkânsız” denilen seçimi, kıl payı yitirdi…
Daha bir dolu isim var da ben sadece bu üç isimden örnek vereyim…
Söylemek istediğimi anladığınızı düşünüyorum, ancak yine de bir iki kelam edeyim…
Şimdi, Salih Koca, Dündar Ünlü ve Volkan Doğan’ın çıkıp “Kardeşim, AK Parti şu anda iyi yönetilmiyor. Benim zamanımda iyiydi, ancak şimdilerde çok kötü oldu. O yüzden ben gidiyorum arkadaş” deme hakları var mıdır?
Hakları vardır, ancak böyle konuşacaklarını sanmıyorum…
Çünkü o vakit, “Recep Tayyip Erdoğan ve yönettiği AK Parti sadece size görev verdiği zaman mı iyiydi? O zamanlar siz de eleştiriliyordunuz. Sizden önce ya da sonra başkaları vardı. Sadece siz yokken mi kötü oluyor” cümleleriyle karşılaşabilir…
Ve bu üç isim de bu durumu benden daha iyi bilir, o yüzden de partilerine destek vermeye devam eder…

Bitiriyorum merak etmeyin…
Özellikle “Diriliş Ertuğrul” dizisinden sonra “Türkler hiçbir zaman bir araya gelmemiş. Hep birlik olsak neler yaparmışız” sözleri daha çok söylenir oldu…
Ben de her zaman, “Türklerde muhalefet biterse, yüz yıl sonra devletsiz kalırız. İçerideki rekabet her vakit dinamizm getirir. Bizim sorunumuz, rekabet ile kendin için mücadeleyi karıştırmamız” derim…
AK Parti içinde, tıpkı 20 yıldır olduğu gibi, sürekli bir ‘parti içi rekabet’ durumu vardır, olmalıdır…
Şu sıralar Berat Albayrak, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ve Binali Yıldırım’ın, “Erdoğan sonrası” için bir rekabet ettikleri çok konuşuluyor. Bu “rekabet” işi ne zaman “kendisi için mücadeleye” dönüyor, bakın o zaman bir yerlerden patlak veriyor işler…
Sonra da başlıyor muhalefet partileri, “AK Parti’nin içi fokur fokur kaynıyor” demeye…
Muhalefet partileri diyecek…
Böyle konuşacak…
En doğal hakları…
Ancak, bu sözleri, AK Parti’de üye olarak kalıp da söyleyenleri, kanımca büyük bir tehlike bekliyor…
AK Parti, yıllardır, kendi içindeki rekabetten beslenerek büyüyen ve büyük kalan bir parti. Yıllar içinde görüldü ki, “Ben olmazsam parti de yok” anlayışı, partiyi küçültüp bitirmiyor, ancak bu düşünceye sahip olanları, en fazla “CHP milletvekili” yapıyor…
Benden söylemesi…