Polonya Müthiş bir Türk Hasan Çiftçi

2014' te Pomeranya ( POLONYA )Fahri Büyükelçisi payesi aldı

Onun yaşamı 1999 Gölcük depremiyle baştan sona değişti…

Deprem, daha iyi koşullarda yaşama fırsatı sundu, ona ve ailesine.

Türkiye’nin tanıtılması ve tur organize edilmesi için çalışan üç kişiden biri Hasan Çiftçi’ydi.

Polonyalıların Türkiye’ ye olan negatif bakış açılarını değiştirebilmek için elinden geleni yaptı. İşte bu yaptıkları ona “Fahri Büyükelçilik” unvanını kazandırdı.

Ülkesi için uğraşacak Hasan Çiftçilere ihtiyacımız var! Gençliğe, topluma örnek kişilerin başarı öykülerini paylaşarak, tek bir gence bile umut verebiliyorsak, ilham verebiliyorsak, ‘Ben de onun gibi olmak istiyorum!’ dedirtebiliyorsak ne mutlu bize.

Hadi şimdi bu çok özel adamı gelin birlikte tanıyalım…

Hasan Çiftçi kimdir?

Anadolu’nun şirin ve tarihi bir kasabası Divriği’ye bağlı Mursal köyünde doğdum.

Evliyim, biri kız diğeri erkek olmak üzere iki çocuğum, kızımdan dünyalar tatlısı bir kız torunum ve dört ayaklı bir dostumuz var.

Etrafı göz alabildiğine uzanan dağlarla çevrili, üç tarafından dereler akan, inanılmaz doğal güzellikleri barındıran, kışın çok sert geçtiği bu köyde sadece ilkokul vardı. İlkokulda başarılı bir öğrenci olmam nedeniyle şehirde yaşayan dayılarım ve ablam, dedemin telkini üzerine bana eğitimime devam etmem için şans verdiler.

Turizm sektöründe İstanbul’da çalışmaya başladığımda o ana kadar bilmediğim sihirli dünyanın kapıları açıldı. Farklı ülkelerden gelen Tarık Akan’ ın Uludağ’da çekilmiş bir filminin beni etkilemesiydi. Başroldeki oyuncu o dönemde Türkiye’nin elit kesiminin para ödeyerek gittiği kayak merkezindeki otellere para ödemediği gibi, zevkle yaptığı kayak hocalığı karşılığında üstüne üstlük bir de para kazanıyordu. Ben de böylesi sevdiğim bir işi yapmalıyım diye düşündüm. Derler ya “ Sevdiğin işi yap, ömür boyu çalışma” turizm sektöründe çalışmaya böylesi duygularla başladım.

İstanbul Sultanahmet’te bulunan Ayasofya otelinde resepsiyon görevlisi olduğum 1989 yılında turist kafilesiyle gelen Polonya vatandaşı eşimle tanıştım ve evlendik. İstanbul’da iki çocuğumuzla birlikte mutlu bir hayat yaşarken depremle tanıştık. Gölcük depremi sonrası planlarımızda tekrar değişiklik yapıp, eşimin ve çocuklarımızın yaşadığı stresi azaltmak düşüncesiyle Polonya’da yeni bir hayat kurmak için karar aldık.

Başarı yolculuğunuzu anlatır mısınız?

1999 ‘n sonbaharında iki çocuğumuzla birlikte eşimin ailesinin yaşadığı Polonya’nın Gdansk şehrine geldik.

Gdansk’ı öğrencilik yaptığım yıllarda okuduğum günlük gazetelerdeki haberlerden biliyordum. Arkadaşlarımla ortaklaşa satın aldığımız Hürriyet gazetesinde sık sık fotoğrafları yayımlanan Lech Walesa bıyıklarıyla adeta bizim Sivaslılara benziyordu. Bugün o lideri şahsen tanıyorum. İki dönem Avrupa Parlamentosunda şimdi ise yerel Mecliste milletvekili olan oğluyla uzun zamandır dostluğumuz var ve birçok sivil toplum projelerinde birlikte görev aldık.

Ve aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Gdansk sokaklarında yürürken, dayanışma ( solidarnosc ) sivil toplum örgütünün, o zamanki adıyla S.S.C.B’nin Kızıl ordusuna karşı direnişte bulunarak komünizmi yıkıp yeni bir çağ başlatan tersaneleriyle ünlü o şehirde olduğumun farkına vardım. Tıpkı romanlarda yazılanlara benziyordu ama bir farkla ben artık o hikâyenin bir parçası olmuştum.

Her şey çok mu iyiydi orada?

Maalesef, her şey güllük gülistanlık değildi. Dilini kültürünü bilmediğim, ekonomisi yeni gelişmekte olan ülkede ailemi nasıl geçindirecektim. Diğer bir yandan tarih bilgisi olan insanların haricindekiler Türkiye hakkında herhangi bir bilgiye ya sahip değildiler ya da negatif bir bakış açıları vardı.

Eşimle mahkemeden bir belge almak için gitmiştik; resmi belgenin üzerinde Türkiye yerine “Arap devletlerinden Türkiye” ibaresi yazıyordu. Olamaz diyerek araştırdım ve öğrendiğim acı gerçek:“Bunda alınacak bir şey yok, biz resmî yazışmalarda bu ibareyi kullanıyoruz.”oldu.

Yine ikametle ilgili belge almak için gittiğimiz kurumda çalışan görevli bayan, eşime güvenlik nedeniyle Türkiye’ye gitmekten imtina etmesini öneriyordu, itiraz ettiğimde cevabı:“Vatandaşımız korumak için bilgilendirmek benim görevim.” demişti.

Bu konuda çözüm bulabileceğini düşündüğüm kişilerle konuştuktan sonra hayal kırıklığına uğradım diyebilirim.

Polonya’da kabul gören halkları gözlemlemeye başladım. Fransızlar, Çinliler ve diğer ülkeler, kendilerini tanıtmak amacıyla etkinlikler yapıyorlardı. Ben ve tanıdıklarım ise bizim hakkımızda yalan yanlış şeyler söylüyorlar, diye yakınıyorduk.

Düşündüm taşındım ve karar verdim. Ben de onlar gibi yapacaktım, kendi imkânlarım ölçüsünde o faaliyetleri taklit ettim.

İlk etapta Polonya vatandaşları tarafından kurulması planlanan Polonya Türkiye Derneğinin 2001’ de kurulmasına katkıda bulundum. O yıllarda Türk vatandaşları bu derneklere üye olmadığı için derneğe üye olamadım; ama 2009-2016 yıllarında derneğin başkanı oldum.

Çalışmalarım düşündüğümün ötesinde olumlu gelişmelere yol açmıştı. Tanışıklıktan oluşan güven sayesinde maddi ve manevi imkânlara kavuştum.

O yıllarda Polonya’dan Türkiye’ye tatil amaçlı tur organizasyonu yoktu, seyahat acentelerinin vitrinlerinde asılı olan reklamlarda Trinidad adaları vardı; ama Türkiye yoktu.

Türkiye’nin tanıtılması ve tur organize edilmesi için çalışan ilk üç kişiden biri olma şansını bulmuştum. Finansal sıkıntılara rağmen kendimi iyi hissediyordum; çünkü bildiğim ve sevdiğim işi yapmaya başlamıştım. Yaklaşık on yıl boyunca Polonya’daki bütün seyahat acentelerini ( yaklaşık beş bin) gezip tanıtım broşürleri ve bulabildiğim Türkiye posterlerini dağıttım.

Hiç unutmam, Gdansk’tan Antalya’ya ilk charter uçuşunda sezonluk hedef üç yüz elli kişiydi. 

Salgından önce 2019’da Türkiye’ye  Polonya’dan gelen turist sayısı dokuz yüz bin kişi.

Bunun yanı sıra iktidardaki Halkın Platformu Partisinin daveti üzerine yabancıların entegrasyonu gibi konularda görev almak üzere üyesi olup, ilçe başkan yardımcılığı ve kurultay üyeliği yaptım.

2014’te çalışmalarımın karşılık gördüğünün ifadesi olarak algıladığım Pomeranya Fahri Büyükelçisi payesi verildi.

Başarınızı neye borçlusunuz; zaman yönetimini nasıl yapıyorsunuz?

Yaptığım her işi sevgiyle coşkuyla yaparım.

Yapmam gereken işleri öncelik sırasına göre ayırıp bu plan içerisindeki ana hedeflerime odaklanıyorum, ayrıca yeni gelişmelere kolay adapte olabiliyorum.

Kendinizi nasıl motive ediyorsunuz? En büyük hayaliniz nedir?

Motivasyonumun iç huzurumdan geldiğine inanıyorum, başka bir deyişle kendimle barışığım.

Belki de en büyük motivasyon kaynağım ihtiyaç duyduğum gereksinimlerim.

Farkındalık yaratıp, insanların hayatına dokunacak zaman ötesi projelerde yer almak, en büyük hayalim.

Bugün doğduğum köyden binlerce kilometre uzakta, resimli atlasta ilk defa gördüğüm farklı ırktan insanlarla bir arada mutluyum.

 Hayatın bana hayal ettiklerimden daha fazlasını verdiğini düşündüğüm için kendimi şanslı hissediyorum ve minnettarlığımı, farkındalık yaratıp başka insanların hayatına dokunarak göstermek istiyorum.

Sivil toplum örgütlerinde de yer alıyorsunuz,” gönüllük” desem neler söylerdiniz?

Babam, parası olmamasına rağmen hayatta tanıdığım en zengin insandı.

Köyde kır bekçisiydi, kendi işini bırakıp köydeki insanların işlerini severek yapardı, o zamanlar annem, kardeşlerim ve ben bu durumdan hiç memnun değildik. Şimdi ise “Kendinden Önce Hizmet” mottosuyla bencillik taşımayan gönüllü hizmet amacı taşıyan uluslarası bir sivil toplum kuruluşunun üyesiyim. Babamın bana rol model olduğunu son yıllara kadar bilmiyordum.

Basında yer alan fotoğraflarınıza istinaden soruyorum; her zaman iki dirhem bir çekirdeksiniz., Kıyafetleriniz, ayakkabılarınız, aksesuarlarınız çok uyumlu?

Her zaman “iki dirhem bir çekirdek” tanımlaması sürpriz oldu. İş yaşamında kıyafetin önemli bir yeri olduğuna inanıyorum; bununla birlikte bu konu da göreceli…

Ben kendime yakıştığını, rahat hissettiğim bütçeme uygundur diye düşündüğüm ayakkabı ve kıyafetleri satın almaya gayret ediyorum. Giyim konusunda en büyük yardımı eşimden alıyorum.

Çözüm adamısınız? Bütün bunları nasıl başarıyorsunuz? İnsan ilişkileriniz çok iyi, bu konuda okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Çocukluğumda annelerimizin kullandığı yuvarlak küçük el aynaları vardı, aynaların kırılmasını büyük bir sabırsızlıkla beklerdim. Aynanın teneke kapağını bir ağaç sopasının ucuna çivileyip araba yapardım. Sonra da motor sesi çıkartarak koşmaya başlardım, trafik polisi yerine annemin “ayakkabılarını yırtarsın” deyişini hatırlıyorum.

İhtiyaçları karşılamak için elde bulunan imkânları kullanarak çözüm bulma işi, ileriki yıllarda gelişimime bağlı olarak gelişti, diye düşünüyorum.

Hiç kimse doğuştan iyi ilişkiler kurma becerisiyle doğmuyor, pratik yaparak öğrendiğimiz bir beceri.

Sözlerinin sonuna geldiğinde  okurlarına :”Kalbiniz huzurla, yaşamınız maceralarla dolu olsun …” dileklerini gönderdi eskişehirhaber.com aracılığıyla…