Tarih bazı yazar ve felsefecilerin tartışmalarının tanığıdır. Kavramlar, maddenin varlığı, bilginin ne olduğu olmadığı, oluşum süreçleri hep tartışılan konulardır. Buna zaman zaman din ve bilim adamları da katılır.

Fransız yazar Voltaire ile Alman filozof ve matematikçi Leibniz arasında da “iyimserlik” üzerinde bir tartışma olmuştur. Daha sonra Voltaire bu konuşmalarını Candide(fr. Safoğlan, aptal) tiplemesiyle roman kurgusu içinde işlemiştir. Leibniz “Dünyada olabilecek her şey mükemmeldir” ya da bizim kültürümüzde “her işte bir hayır vardır” düşüncesini öne sürer. Voltaire ise bu eserde durumu ironik bir dille irdeler ve eleştirir.

Romanda, Candide’nin başından türlü türlü olaylar geçer. Candide iyiliğin peşindedir, ancak bu iyilik nasıl bir yaşam tarzının içinde ve nerede yaşanabilir? İnsan mutluluğu nede ve nerede bulabilir? Candide dünyada pek çok yer dolaşır. Mutluluk ülkesi El Dorado’ya bile gider. Ancak aksilikler peşini bırakmaz. Bu arada sevdiğinden (Matmazel Cunégonde) ayrı kalır. Tek amacı sevdiğine kavuşmaktır. Gezip gördüğü yerlerde ise gördüğü tek şey savaş, kavga ve acıdır.

Candide’nin ustası Pangloss, metafizik, teoloji, cosmoloji ve başkaca pek çok bilim hakkında görüşü olan biridir. Candide’yle konuşmalarında “Olayların başka türlü olamayacağını kanıtlamıştır, çünkü her şeyin bir amacı vardır; o halde her şeyin, en iyi amaç için olduğu kaçınılmaz bir gerçek” olduğu konusunda ikna eder. “Burun, gözlük takmak için yaratılmıştır. Bunun içindir ki gözlük kullanıyoruz. Bacaklar dizlik giymek içindir; onun için dizlik kullanıyoruz …” gibi şeyler söyler.

Candide, iyimserdir iyi olmasına; ancak yaşadığı olaylar onu iyimserlik konusunda farklı yargılara götürür. Böylece iyimserliği: “İnsanın kötü bir durumda olduğu bir zamanda, her şeyin iyi olduğunu ileri sürmesi çılgınlığı!” olarak tanımlar. Dünyanın durumu ve ustasının iyimserliğiyle alay ederken, yine de olması gereken mantıklı sonuçları hissettirir. İyimserlik gerçek verilerin doğru algılanışına ve anlayışıyla gelişiyorsa güzel. Aksi halde, safdilce iyimser olmamız bizi doğru sonuca ve mutluluğa götürmez. Tersine zaman zaman korumasız ve savunmasız da bırakabilir.

Candide’nin gezisinin son durağı İstanbul’dur. Burada bir köylüyle tanışır ve onunla çalışmanın erdemi üzerinde konuşurlar. Sonra ustasıyla bir derviş’e gelirler. “İnsan denen bu acayip hayvanın niçin yaratıldığını söyleminizi ricaya geldik” Derviş: “Sen buna ne karışıyorsun? Senin işin mi bu?” der. Candide itiraz eder “Fakat sayın efendim, dünyada korkunç kötülükler var.” derse de Derviş: “Kötülük ya da iyilik olmuş bundan ne çıkar: Sultan Mısır’a bir gemi gönderdiği zaman içindeki farelerin rahat olup olmadıklarını düşünür mü?” der. Pangloss Dervişle nedenler ve sonuçlar üzerinde konuşmak isterse de bu gerçekleşmez.

Köylü olan Türk ise ona çalışmanın erdemlerinden bahseder. “Çalışmak: üç büyük kötülük olan can sıkıntısını, ahlaksızlığı ve yoksulluğu kişiden uzaklaştırır.” der. Candide Köylünün de önerisiyle, yirmi dönümlük verimli bir tarlada çalışarak, en sonunda kavuştuğu sevgilisiyle mutlu bir yaşam sürer. Ustası onu yine olan bitenlerde hayır olduğunu ikna etmeye çalışsa da Candide’nin son sözü “Bunlar güzel ama bahçemizi yeşertmek gerek” der.

İnsanın mutluluk arayışı, varoluşumuzu ve yüz yüze geldiği olayları yorumlaması hangi temele dayanırsa dayansın devam ediyor. Hepimiz yaşadığımız çağın getirdiklerinin ve götürdüklerinin de farkındayız. Para, kariyer, bilgi veya birinde mutluluk aranıyor. İnsan, bunların hepsinden geçici mutluluklar elde etse de sanırım hepimizin en sonunda “Bahçemizi yeşertmek gerektiğini” anlamamız kaçınılmaz görünüyor.