Akıl ve sezgi birbirinin karşısında mıdır? Düş ve düşünce birbirini ne kadar tetikleyebilir. Düşünceyi en büyük eylemler arasında sayarken düşün, eylem gücü küçümsenebilir mi?

Bütün bunlar tarihin her döneminde tartışılmıştır. Batı toplumları aklın egemenliğine sarılırken, sezgi ve düşü reddetmiş; sezginin, duygunun egemen olduğu doğu toplumları da bilgiyi erdemin içinde arayıp, aklın varacağı yolu tek sayıp, analitik düşünüşten uzak durmuştur. Oysaki bütün insanların peşinde koştuğu sorular aynıdır. İnsan Nedir? Nerden geldik nereye gidiyoruz? İnsan ne olmalı ya da ne olabileceğidir.

Yaşamı yorumlamaya çalışan her düşünce ve inanç içinde ‘doğa ve insan’ hem veri kaynağı hem de değiştirmek ve dönüştürmek istediği bir alandır. Akıl bunları sayısal olana, bir alet ya da başka bir araçla kullanılabilir hale getirmeye çalışır. Bunun sonucunda teknoloji ve bilgi bugünkü seviyesine ulaşmıştır. Öbür yandan akıl tarih içinde büyük hayal kırıklıklarına da yol açmıştır. Aklın kötüye kullanımı sonucu ortaya çıkan “atom savaşları” vb insanlık tarihini uçurumlara sürüklemiştir. Bu nedenle akıl, meydana getirdiği kirliliği temizlemekle yüz yüze gelmiştir.

Öte yandan, tıpkı aklın kendi yolunu kötüye çevirmesi gibi sezgi de ürettiği bilgiyi “güç” odaklı kullanmaya yönelmiştir. Aklın da sezginin de ana malzemesi ‘doğa ve insan’ demiştik. Bugün sıradan sohbetlerde bile “hangi burçtansın” sorusunda bile insanı tanıma çabası vardır. Doğu toplumları doğa alametlerini iyi yorumlayarak, bunu kıyaslama mantığıyla insanın psikolojini keşfetmeye çalışmıştır. Balıklar duygusal, yengeçler sözüm ona uyanık diye tanımlanmıştır.

Aklın verilerine göre baktığımızda doğum günü bir şey değildir, çünkü hayat döllenmeyle başlar ve genetik şifreniz duygusal veya kurmaz olacağınızın örgüsünü o anda kurgular. Bu sırada ebeveynler de genelde yıldızların peşinde değildir.:)) Bilim adamları, çoğu zaman etkisinde olduğumuzu düşündüğümüz yıldız gruplarının etkisi altına bulunmamız fiziksel olarak mümkün değildir, görüşündeler. Kuantum ve astrologlara göre de durum tam tersidir.

Akıl ve ya sezgi her ikisi de bilgiyi, tanımlama, çözümleme yeni yorumlar elde etmek; değiştirme ve dönüştürme için kullanması gerekirken, “güç” odaklı hareket ederek kendi minvalinden çıkmıştır. Bugün pek çok siyaset adamı ve strateji belirleyen toplumsal mimarların, ekonomist, sosyolog, bilim adamalarından çok medyumlara danışması başka türlü açıklanamaz. Kabul edilmelidir ki siyaset adamlarının peşinde oldukları bilgi “balıkların” bu ay duygusal davranıp davranmayacağını ya da yayların aşk hayatındaki dalgalanmayı bilmek değildir.

Akıl öne çıkarılırken, sezgiyi, sezgi öne çıkarılırken aklı ya da bu çatışma içersinde duygu bir kenara itilerek varılan sonuçlar, dengeli görüşlere ve uygulamalara yol açamaz. Çünkü insan dediğimiz varlık, akıl, duygu ve sezgilerini bir arada kullanarak bilgi üretir ve eyleme geçer. Bunu bir üçgene benzetecek olursak, açılar ve kenarlar hiçbir insanın dünyasında eşkenar üçgen şeklinde olmayabilir. Hiçbir insan duygu, akıl ve sezgisini eşit oranda kullanmaz kullanamaz ve gerekli de değildir. Bu görüş ve duyum farklılığı insandan insana diğerine değişebilir.

Günümüzün iş dünyası bunu fark ettiğinden, yalnızca endüstri bilgisiyle donanmış olmayı değil aynı işi yapabilmeye yeterli iki kişiden duygusal zekâsı üstün olanını tercih ediyor. Bu nedenle teknik bilgi ve becerinin yanı sıra kişisel gelişime özellikle de bilincin farkındalığına dayalı bilgiler günümüzde ön plana çıkıyor. Özellikle davranış değişikliklerine yol açan, iletişim becerileri, kendimizi tanıma, acces bars, theta Healing, ya da reiki gibi eğitimlere gösterilen ilgi bunun bir kanıtıdır.

Her çağ ve coğrafyada akıl ve sezgi, farklı sayılabilecek noktalardan ilerleme göstermiş, insanlar tarafından biri önemsenmiş, diğeri ötelenmiş olsa da ruhumuzun ikiz kardeşleridir.