Felaket senaryoları, komplo teorileri, dijital hâkimiyet kurma iddiaları, yeni dünya düzeni kurma çalışmaları, coronavirüs salgının ardındaki gizli planlar, Amerika-Çin mücadeleleri, insanları robotlaştırma deneyleri, algı oluşturma gayretleri… listeyi daha da uzatmak elbette mümkündür. Bütün insanlığı tehdidi altına alan büyük bir salgına, bu kadar büyük anlamlar yüklemenin doğru bir karar ve isabetli bir yaklaşım olup olmadığını devletlerin gizli örgütleri, fütürist düşünürler, stratejistler ve sosyal bilimcilerin açıklamalarıyla anlaşılabilecektir.

Antropoloji ve tıp tarihi hastalıkların, insanların toplu yaşamaları ve hayvanları ehlileştirip evcilleştirmeleriyle başlayıp yaygınlaştığını belirtmektedir. Bilinen ilk salgın Antoninus vebasından coronavirüse kadar milyonlarca insan yok oldu. İlerleyen zamanlarda da yeni virüslerden kaynaklanan salgın hastalıklar da meydana gelecektir.  

Günümüz toplumsal hayatında organik işbölümü ve uzmanlaşma her alanda yerini bulmuş, konular ilgili kişilerin bilgi ve yeteneğine dâhilinde değerlendirilmektedir. Artık her şeyi bilen değil, bir şeyi iyi bilen kişiler toplum sorunlarını çözmektedirler. Toplumsal işbölümü gelişip arttıkça, toplumu oluşturan bireyler arasında sevgi, saygı ve dayanışma ihtiyacı daha da artmaktadır. Milli kültür değerlerimizden olan, "işi ehline ve liyakat sahibine vermek" de bunu gerektirmektedir.

Bazı şahıslar, bu tür salgınların ahlakın bozulması ve inancın zayıflamasından kaynaklandığı söylemekte ve halen de bu söylemlerine devam etmekte olup sonuç değerlendirmesi yapmaktadırlar. Halbuki, sonucu meydana getiren nedenlerin izale edilmesi konusunda ciddi anlamda çözüm odaklı bir düşünce ortaya konulamamaktadır. Böyle olunca da kanaat önderi adı verilen birçok şahıs, ahkâm keserek  bilgi karmaşasına zemin hazırlamaktadırlar.

Elbette toplumsal yapı içerisinde bulunan herkes düşüncesini açıklamakta hür ve serbesttir. Ancak zor ve hassas dönemlerde sorunun giderilmesi hususunda uzman görüş ve tavsiyelerine herkesin uyması bir zorunluluktur.

İnsanlık âlemi; sağlık, beslenme, güvenlik gibi temel insani ihtiyaçlar bakımından saldırı ve tehdit altındadır. 2.Dünya Savaşı sonrasında bu temel ihtiyaçlar, küresel güç odakları tarafından kontrol ve denetim edilmekle birlikte tam bir hâkimiyet kurulamamıştı. Ancak ilerleyen süreç içerisinde hedefe ulaşmak için çeşitli adımlarda atılmıştı. 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyadaki gıda ve tarımla ilgili çalışmaları organize edip geliştirerek gıda güvenliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak; uygulanan küresel gıda rejimleri tekelleşme sonucunu doğurmuştur. 1870-1930 yılları arasında İngiltere egemenliğinde Sömürgeci Gıda Rejimi, 1947-1972 yılları arasında ABD egemenliğinde İkinci Gıda Rejimi, 1990’dan sonra uluslararası şirketlerin denetiminde sürdürülen küresel gıda rejimi de denilen Üçüncü Gıda Rejimiyle tarımsal üretim sanayileşmiş, ulusal tarım politikaları terk edilmiştir. Böylece ülkemizin tarımda kendi kendine yeten ‘’yedinci ülke’’ imajı kaybolmuştur. Artık hane halkı emeğine dayanan ve ürün çeşitliliği üzerine kurulmuş geçimlik üretim bitirilmiştir. İnsanlar, büyük şehirlerde hizmet sektöründe çalışmaya başlamışlardır. Küresel güç, uyguladığı ürün fiyat politikalarıyla yerli direnci kırmıştır. Bu doyumsuz güçler, ürünlerin genetiğini bozarak daha fazla rekolteye ulaşmak, daha fazla kazanmak hırsıyla hareket etmişlerdir.

Coronavirüs salgını büyük çapta dünya nimetini paylaşan devletlerde varlığını daha fazla hissettirmektedir. Onların üçüncü dünya halklarından sömürüp yığdıkları hazine zenginlikleri dertlerine çare olamamaktadır. Bu salgının ortaya çıkardığı pek çok gerçeğin başında gıdayla ilgili konular gelmektedir. İnsanların gıda almak için marketlere saldırması, birbirini çiğnemesi bu gerçeği bir kere daha pekiştirmiştir. Şimdi insanların gündeminde gıda ve sağlık bulunmaktadır. Gıda ve sağlığın küresel güçler tarafından endüstri durumuna getirilmesi sorunun büyüklüğünü artırmaktadır.

Salgın sonrası siyasi, ekonomik, askeri ve hemen her alanda devletlerin köklü değişiklikler yapması öngörülmektedir. Siyasi, ekonomik ve askeri birlik ve kamplara güvensizlik bütün çıplaklığıyla ortadadır. Herkes kendi derdine düşünce hiçbir kampın anlamı kalmamaktadır.  O halde  küresel güçlere güvenmenin devletleri zor durumu soktuğu görülmektedir. Algı oluşturmaların aksine ulus-devletlerin varlığı daha kuvvetli bir biçimde hissedilecektir. Yeni bir dünya kurulacaksa, bu dünyanın öncelikli projeleri sağlık ve beslenme üzerine olacaktır.