Yunus Emre menkıbelerinin biri onun söze nasıl başladığını, dilinin nasıl çözüldüğünü ve sözlerinin nasıl inci cevahir saçtığını anlatır: Günlerden bir gün Anadolu erenleri Tapduk Emre’nin tekkesine geldiler. Büyük bir kalabalık oldu. Meclis kuruldu. Mecliste Yunus-ı Gûyende derler bir kimse vardı.( Guyende; söyleyici, söyleyen.) Yunus da orada idi. Tapduk Emre coşku içinde kendinden geçerek Gûyende’ye, “Yunus, söyle!” dedi Gûyende işitmedi. Tekrar “Yunus, sohbet eyle işitelim!” dedi Yunus-ı Gûyende yine işitmedi. Üçüncüsünde de Gûyende’den haber çıkmayınca, bu sefer ikinci (Bizim) Yunus’a dönüp: “Yunus, vakit oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini alıverdin, sen söyle! Bu mecliste sohbet eyle. Hünkâr varlığının nefesi yerine geldi.” dedi. Yunus’un gönlü açıldı, gözlerinden perde kalktı, coşku denizine düştü. Dili çözüldü şiirler söylemeye başladı. İlâhî hakikatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle sohbet eyledi ki, işitenler hayran kaldılar. (1)

 Velayet-name’de de Yunus Emre’nin söz söylemeye başlaması şöyle belirtilir; Hacı Bektaş Veli'nin "Himmet hazinesinin ağzını açtık, nasibini verdik, söyle" demesi ile aşka gelen Yunus’un dili açıldı, gözlerinden ve gönlünden perde kalktı. Şevk denizine düştü. Ağzını açıp inci ve cevahir saçtı.

     Yunus Emre’nin şiirlerinde üstün bir anlatım gücünün bulunduğunu görmek mümkündür. O, bir sözle yeri göğü hayran etmek niyetindedir:

 ‘’Uş yine geldim ki bunda sır sözün ıyaneyleyim

Bir söz ile yeri göğü cümlesin hayran eyleyim’’

Yunus Emre Türkçe’nin söz üstadıdır. O;dilimize öyle bir genişlik vermiştir ki, en zor tasavvuf  kavramlarınıherkesin anlayabileceği bir konuma getirmiştir. Bu durum, Türkçe’nin asırlar öncesinden bu yana duru bir anlatımının da örneği olmuştur:

‘’Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı,

Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözin kemini

Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz

Yunus imdi söz yatında söyle söz gayetinden

Key sakın o şeh katından seni ırak ide bir söz”       

 Gönül, güzelin peşindedir ve o güzelliği diliyle ifade eder. Güzel, sözün, kötü söze üstünlüğünü Yaradan buyurur:’’Gördün ya Allah hoş bir sözü nasıl bir misal yaptı. Güzel söz kökü (yerde) sabit dalları havada hoş bir ağaç gibidir. Yemişlerini Rabbinin izniyle her dem verir. Ve Allah insanlara böyle misaller verir ki kavrayıp düşünsünler.  Kötü bir sözün misali de pis bir ağaç gibidir ki toprağın üstünde cüsselenmiş, varlığını sürdürme imkanı yoktur.’’(İbrahim,24-25-26)

Ömür Ceylan, Yunus Emre’nin sözü üzerine şunları söylüyor: ‘’ Yunus, fani bedenleri diri kılan sözün, aynı zamanda bütün bir hayatı düzenlediğine; varlığın temelinde nasıl ki söz varsa, kâinatın akışını da söz sayesinde sürdürebildiğine inanır. Bu bakımdan anlamlı seslere dönüşen her nefes, adeta mukaddes ruhtan üfürülmüş, ilk nefha ile beşer iradesinin buluştuğu anın ürünüdür.’’

      Allah, evreni sözle yarattı : ‘’ kün,fe yekun’’ (Ol, dedi ve oldu.)

  Bu yüzden söz kutsaldır. Her yaradılış sözle başladı. İnsanla Allah arasındaki ilişki sözle sağlanır. Ve her vahiyde Allah, insana seslendi. İnsanda dile gelen söz, Yaradan’ın iradesidir.  Söz, insanlara verilen en büyük bağıştır. Allah, insanı muhatap aldı, onunla konuştu.  İnsana akıl ve söz verildi. Bu yüzden insana eşref-i mahlûkat denildi.

    Allah, insandan söz aldı. Yaratıcı’nın, ‘’Ben Rabbiniz değil miyim?’’ sorusuna bütün insanlar, ‘’evet’’ karşılığını verdiler. İnsanı bu söz ve Allah’la yaptığı bu sözleşme değerli kıldı. Türkmen bilgesi Yunus sorar:

‘’Ey sözlerin aslın bilen gel, de, bu söz nerden gelir?

   Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir.’’

  Sorusun cevabını da kendisi verir:

‘’Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil

   Bu yürüyen halktan değil,  Hâlık avazından gelir.’’

        İlmin kapısı Hz. Ali buyurdu; ‘’ Ya söyleyen, öğreten bilgin ol, ya da dinleyen belleyen öğrenci, üçüncüsü olma.’’

Söz, anlayan için bir mana ifade eder. Sözü anlamayan, onu yanlış yorumlayarak tevil etmeye götürür. ‘’Yunus bir söz söyledi hiçbir söze benzemez

Cahiller içinde örter mana yüzünü’’

    Kişinin beyanı kendini âyan eder. Sözdür canın nimeti. Söz aynadır, insanın içini yansıtır. İnsan sözünden tutulur. Söz; akılla yol alır, duyguyla sevinir veya hüzünlenir. Yeni kapılar açar, yeni ümitler doğurur. Sevgi onunla taçlanır, nefret kör kuyulara düşer. Söz, söyleyenin dilinde hem zulümdür, hem kurtuluş.‘’Söz bir, Allah bir'’ kelamı bir söz medeniyetine işaret eder.İnsanları kaynaştıran, bir arada tutan sözdür. Burada söz alınır, söz verilir. Bütün sözlerin anasıdır, esasıdır ilahi söz.

Güzel söz kalıcıdır, ölümsüzlüğün sırrına ermiştir.O, ne laubalidir, ne yobazdır; ne sofu, ne sahte bilgin. Ve şüphesiz söylediği bir avuç söz bile ölmezliğine yeter. (2)

    Mustafa Tatcı, Yunus Emre sözünün çağlar üstü olduğunu vurgular:

   ‘’Şiir ve söz ülkemizin sultanı olan Yunus Emre, dilimiz için oldu kadar, İslam tasavvufu için de büyük bir tecrübedir. Yunus’un mucizesi kuruluş çağında olan bir yazı dilinin ‘çağlar üstü’ en mükemmel örneğini vermesinde aranmalıdır. Bu sebeptendir ki, Yunus, Türkçe’nin zaferidir.’’

      Yunus’un Türkçe’yle meydana getirdiği bu yeni sanat şekli, zevk itibarıyla tamamen Türk’tür. Yunus’un tasavvuf felsefesi ve edebiyatındaki mühim rolü Türk zevkinin hususi dehası doğrultusunda tasavvufu milli unsurlarla birleştirmesi ve zevk bakımından Acem tasavvufi eserlerinden tamamıyla ayrı bir tasavvufi edebiyat vücuda getirmesindedir. Bu edebiyatın doğmasında onun başarısını, sanatkâr dehasıyla asırların hazırladığı birtakım birikimleri ve çeşitli unsurları büyük bir başarı ile telif ve terkip etmesinde ve milli zevki temsil edebilmesinde bulur. Yunus bu hususiyetleri ile tarihe ve zamana adeta meydan okumuştur. (3)

       N. Sami Banarlı;’’Yunus Emre, halk diliyle tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Daha Orta Asya asırlarında Ahmet Yesevi ile başlayan Halk tasavvuf şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüzyılı aşan bir işleniş çağından sonra, en üst seviyesine Yunus Emre’de varmıştır.’’ derken tarihin süzgecinden damlayan gerçekleri ifade etmiştir.

         Yunus Emre, şiirindeki bu güzelliği, duruluk ve açıklığı sehl-i mümteni ve sebk-i Türki edebi sanatlarıyla güçlendirmiştir. Bu üslûbunun başlıca özellikleri belâgat ve fesahat kurallarından uzaklaşmadan yeni, orijinal ve girift mazmunlar, ince hayâller, anlam kapalılığı, az kelime ile çok şey ifade etme olarak belirtilebilir. Böylece mananın söze hâkim olduğu, muhayyilenin ön plana çıktığı ve şiirin karmaşık çağrışımlara açıldığı görülmektedir.(4 )İşte Yunus Emre, yalın fakat güçlü ve derin söyleyişi ile anlaşılması en güç tasavvufhakikatlerin her birini bu sanatlarla ifade etmiş, kendi adı ile anılabilecek bir eda ve üslup geliştirmiştir.

…….

1Mustafa Özçelik, Yunus Emre Menkıbeleri

2 Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, s.12

3 Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s.268-269

4 TDV İslâm Ansiklopedisi cilt: 36; sayfa: 254