“Dal rüzgârı affeder ama dal kırılmıştır bir kere”

Günlük yaşam içinde birçok ilişki ağı içindeyiz. Evdeki konumumuzdan işyerindeki ilişkilere ve oradan sosyal hayatımıza taşıdığımız bağlara kadar değişkenlik arz eden iletişim sarmalındayız.

Büyük-küçük, ast-üst ilişkilerinde iletişiminde yöntemi tayin etmek kolaydır. Genelde bir üslup sorunu çıktığında o ilişkinin hukuku içerisinde değerlendirilir. Emir alan kişi, yanlış bir şey yaparsa bu saygısızlık ya da direk olarak bir itaatsizlik olarak tanımlanır. Emir veren sesini yükseltmişse, emir alan kişi ya susmayı tercih eder ya da haklı olduğu bir meselede dilini savunmaya çeker.

Ancak günlük yaşam içinde aynı zamanda yatay ilişkilerimiz de vardır. Bunlar aynı ortamda eşit mesafede olduğumuz ilişkilerdir. Arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin yanı sıra bir gruba ait olan kişilerin arasındaki ilişki gibi. Aile içinde çocukların anne babayla ilişkileri dikey sayılırsa çocukların birbirleriyle ilişkisi yatay bir ilişki olarak algılanabilir. Tabi burada abla-abi hiyerarşisinin gerektirdiği görevle ve rolle ilgili kısmı hariç. İşyerinde de kişiler birbirlerine karşı hiyerarşik sorumluluk alanlarının dışındaki ilişkileri yatay ilişki biçimi olarak algılanabilir. Tabii bazı kurumlarda sivil alanlarda dahi resmiyetteki hiyerarşiye göre davranıldığı da olur. Bütün bu durumlarda ilişkileri dengede tutmak kolaydır. Melih Cevdet’in şiirinde söylediği gibi, “Bayılırım şu düzenli dünyaya, kışı, yazı, baharı; gecesi gündüzü sırayla… Altta ölüler üstte diriler gel keyfim gel!” dünyasıdır bu alan.

Ne var ki hayat bundan ibaret değildir. Günlük yaşam içinde insan dostluk ilişkileri geliştirir. Hiçbir hiyerarşik bağı olmamasına rağmen insanlar az ya da çok; küçük ya da büyük sayılabilecek ve karşılığının parayla, güçle ya da başka bir statüyle değerlendirilemeyeceği ve herhangi bir bedel ödenerek karşılığını bulamayacağı paylaşımlar vardır. Paylaşılan şeylerin niteliğinin derinliği azlığı ya da çokluğuna bakılmaksızın yürekten yüreğe giden bir bağ oluşturur. Bu durum kişileri eşitlemiyorsa da kurulan bağ içerisinde bir denklik sağlar.

Bu kazanılan bağ aidiyet bağından farklı bir bağdır. Bu durumda ilişkinin mülk edinilmesi ve bir tarafın diğerine “sahip” miş gibi davranması ilişkiyi zedeler. Bu nedenle dostluk ilişkilerini sürdürmek “emir-komuta” ya da her hangi bir hiyerarşik ilişkiyi sürdürmekten çok daha fazla hassasiyet ister. Kendiliğinden davranışların hâkim olduğu bu ilişkilerde zaman zaman beklenti yüksekliği ve “ego” çarpışması çatışmalar yaratır ve dostlar aniden ‘bir ipte oynayan iki cambaza’ dönüşüverir. Çatışmaya bakış açınız ve tartışma biçiminiz aslında sizin kendinizi dostluk içerisinde sandığınız bu ilişkide bile göz ardı edilen bir hiyerarşi içinde olduğunuzu hissettirir. Bu tür tartışmalarda biri size “Ama ben daha güzelim(!) diyebilir.

Bu nedenle bu tür ilişkilerde “önce ben” demeden önce karşı tarafı yargılamadan dinlemek, hatta bize ters gelen bir şey varsa bile empati yaparak dinlemek; çatışmayı önlediği gibi anlayışımızı da derinleştirir. Sürekli olarak egosantirik biçimde kendi bakış açımızın doğruluğunu savunurken karşı tarafın bir şey ihlal ettiği yargısını uyandırmak meseleleri çözmediği gibi birlikte yol aldığınızı düşündüğünüz kişi hakkında başkalarının gözündeki iyiliğini de zedeler. Karşı tarafın savunmasına, niyetini açığa çıkarmasına rağmen siz kendi dediğinizde direniyorsanız bu kişisel bir anlayış farklılığından çıkar ve artık sizin niyetiniz o olsa da olmasa da tartışma yaptığınız kişiyi hedef haline getirir. Bu bir grup içinde yapılıyorsa o kişi sizin için tehlikelidir, sizi yanlışa sürükler, daha da ileri giderek “Aman ona uymayın! Başınıza kötü şeyler gelir “ diyerek diğerlerini koruma altına aldığınız hissiyatı yaratarak “Ben sizin ananızım, babanızım” mesajı verirsiniz.

Sonuçlar buraya geldikten sonra da “Neye niyet neye kısmet” diye afallasanız da çam devrilmiştir. İnsan olmak hakkını aramak ile haddini bilmek arasında bir yerde durur. Ast üst ya da hiyerarşik ilişkilerde hatayı yapan dışarıda kalır, ancak yatay ilişkilerde dostluklarda durum daha vahimdir. Siz emeğinizle birlikte bir gönül bağına da zarar vermiş olursunuz. Bir dostun attığı taş her zaman daha yaralayıcıdır. Dost bunu örtse bile.

“Dal rüzgârı affeder ama dal kırılmıştır bir kere”