Hepimizin hayat içinde bazı sorumluluk ve zorunluluk alanları var. Ne var ki insanoğlu zorunlu olduğu durumdan şikâyet etmeye sorumluluk alanından da kaçmaya çok istekli. 

Bir söz var “Bir iş ki yapmasan da olur, yapma; bir söz ki söylemesen de olur; söyleme” der. Ancak başta sözünü ettiğim kaçınma, ikinci söylenen söz kadar sadeleştirici bir unsur değildir.  Bu kaçış ortamlarında hele bir de yapılan işte aksaklık varsa suçu ve sorumluluğu başkasına yıkmak kolay yoldur. Ben yapmadım, duymadım, söylemedim; yapmadın, söylemedin sözcükleri durumdan sıyrılmak için biçilmiş kaftandır.

Başka bir yanlış durum da yapılabileceğine inanılan ya da gerekli olan her şeyin bir kişi tarafından üstlenilmesidir. Bu davranışı üstlenen kişiler çoğu kez sorumluluklarını devredemezler ve ekip çalışmasına müsait değillerdir. Anne ise çocuğuna güvenmez, patron ise birlikte çalıştığı kişilere sorumluluk devretmez. Her şeyin kendisinden sorulması ister. 

Sık sık elinde kazak, kaşkol ya da havlu ile çocukların peşinde olan anneleri bilirsiniz. Çocuk, üşür, terler… Bu durumda anne, her an tetikte çocuklarının peşinden gitmek zorunda hisseder. Oysa çocuk üşüdüğünü de bilebilir, terlediğini de de. Nasıl önlem alabileceğini de kestirebilir.  Anneler üzerinden örnek verdim ama aynısını yapan babaların da olduğunu biliyorsunuz.

İşyerlerinde de benzeri durumlar olabilir. Bazı insanlar her şeyden kendisini sorumlu tutarlar. Diğer iş arkadaşlarının yanlışlıklarından kendileri utanırlar. Şüphesiz bazı insanlar daha fazla beceriye sahiptir; ancak bir işi halledebilmenin binlerce yolu vardır. Yeter ki o işin ne’liğine ilişkin deneyim sahibi olunsun.

Başka bir terslik de “Sal gitsin” mantığıdır. Bu sık sık dayanak olarak “ Hayatı akışına bırakmak gerek” telkininden ilham alır. Ne var ki “Akışa bırakmak, akışına bırakmak” için o işle ilgili tanımlanabilecek iş akışının aksamaya uğramadan yapılması gerekir. Hiçbir iş “Saldım çayıra Mevlâm kayıra” mantığıyla yürümez.

Denge nasıl bulunabilir?

Bir insanın sorumluluk alanı onun yüküdür. Ne var ki o işi yerine getirirken o işi yapmasını kolaylaştıracak şeyler ağırlığıdır. Hamile bir kadın, karnındaki çocuğu kendisi taşımalıdır; ancak elinde bir pazar filesi ya da başka bir paket varsa o ağırlığıdır. Hamile kadına yardım etmek için onu kucaklayarak taşımamız gerekmez; ama elindeki yükü alabiliriz. Çünkü çocuğunu taşımak onun yüküdür. Hamile kadınlar için “Yüklü” kelimesinin kullanılması bu nedenle tesadüfî değildir.

İster evde isterse iş yaşamında olsun birinden bir yardım isterken ya da emir verirken yükümüzden mi kurtulmaya çalışıyoruz; yoksa ağırlığımızın taşınması için yardım mı istiyoruz, düşünmemiz gerekiyor.  Başkalarına yardım etmek isteyen anne ya da kendini her şeyden sorumlu zanneden kişiler de bir işe müdahale ederken “Ben karşımdaki insanın yükünü mü çekiyorum, yoksa ağırlığını alarak yükünü taşımasını mı kolaylaştırıyorum?” diye sorabilir.

Başkalarını kullanmak ne kadar sorunlu bir davranışsa, başkalarının yükünü taşımak da o kadar kişinin kendine verdiği bir zarardır.

Kısaca, hamile değilseniz lütfen başkasının karnındaki çocuğu taşımaya kalkmayın. İstiyorsanız, hamile kadının elinden tutabilir, paketini taşıyabilirsiniz. Tabii öncelikle yardım istiyorsa! İstemiyorsa lütfen kendi işinizle meşgul olun.

İstenmeden yapılan her yardım bir eleştiri ve yargıdır. Herkes kendi yükünü taşıyabilir.  Taşımalıdır. Kendi yükünü size bırakmak isteyenler kadar, yükünüzü sizin adınıza “size yardım ettiği” iddiasıyla taşıyor görünen ve hayatınıza müdahale eden insanlardan uzak durun.