Gönlümüz yine Yunus Emre’yle hasbihal etmenin sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır:

Kılıçların kabzasında kazılıydı Oğuz Han’ın fetih mührü

Ve müjdesi yazılıydı güneş vurdukça alınlara

Bir göç hevesi yürük bir tay gibi eşinip duruyordu

Gözler uzakları dağların ardını arıyordu merak edip

Ve her yol heyecan artırıyordu bir kavuşma isteğinin

Yollar aşıyordu yüce dağların doruğundan enginlere

Alnı akıtmalı atların nallarından çıngılar saçıp dört yana

Toz koparan küheylanlar ile göçüp geldiniz

Güneşi ellerine alıp aşk ile yürüdü erenler ağızlarında Hû

Aydınlanma zamanıdır Oğuz ilinde en ücra köşeleri

Aşk, gönülde tecelli eder. Gönül onunla zenginleşir. Aşk, bütün evrenin yaradılış sebebidir. Beşeri aşkın, basamaklarından çıkılarak ilahi aşka ulaşılır. ’’Leyli Leyli’’ diyen dil, "Mevlâ Mevlâ" nidaları ile gerçek olan aşkı bulur. Aşk, insanın yaradılışından getirdiği bir duygudur ki, mekânı gönüldür.

Aşk, cemali ruh ile celali nefsi terbiye ederek kemal ulaşmaktır gönül yurdunda. Aşk, bir kaygının dışa vurumudur, ulu hasretlerin diğer adıdır. Aşk, bilen insanın sorumluluğu, paylaşmanın ilk adımıdır. Aşk, zorluğun mengenesinde bir kanatlanıştır, insanın yürek ürperişleriyle sonsuzluğa uyanmasıdır. Aşk, tan ağartısıdır, gün ortası aydınlıktır. Aşk, acısına kırağı düşen sevdalıların uğunup ağlamasının hüzzamdan tutanağıdır. Aşk, çıvgın fırtınalar ortasında asude baharların yeşermesidir. Ve giydirilen ateşten gömleğe dayanma gücünün sınanmasıdır.

İnsan, gönül kırmak yerine gönül yapmayı, gönül fethetmeyi tercih ederek, hem Hak rızasını kazanacak hem de iç dünyasındaki hazineleri keşfetmiş olacaktır. İnsanı değerli kılan içindeki gönül cevheridir. Onu kaybedenler, yitiğini bilmeyenler ve kendini tanımayanlardır. İşte Yunus Emre, bu güzelliklere ulaşmanın peşindedir.

İnsan kendini ve hakkı mutlaka bilmelidir: Aynı zamanda Yunus Emre’nin bir diğer hedefi ise, insanın ilk önce kendisi bilmesini ve tanımasını istemesidir. Bütün ilimlerin buna yönelik olmasın ister. Kişi gerçek olgunluğa, insan-ı kâmil olmaya kendini tanımakla ulaşır:

"İlim ilim bilmektir, ilim; kendini bilmektir

Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır

Okumaktan ma’ni ne kişi Hakk’ı bilmektir

Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir"

Yunus Emre’nin bilgi kaynağı, İslâm ve İslâm ile hemhal olmuş yüksek Türk kültürüdür. Türk halkı, Yunus Emre’yi her zaman içlerinden birisi olarak görmüştür. Bu durum Yunus’la ilgili menkıbelere de yansımıştır: "Genç Yunus Emre sık sık Mevlâna'nın yanına gider, bir zaman kaldıktan sonra geri döneceği zaman Mevlâna onu kale kapısına kadar gelerek uğurlarmış. Mevlâna'nın müritleri, bu duruma şaşıp kalırlarmış. Bir gün sessizliği bozarak, Mevlâna'ya bunun sebebini sormuşlar. Mevlâna da, "İlahi menzillerin hangisine çıktımsa, bir Türkmen kocasının izini önümde buldum. Onu geçemedim." demiş. Bazı yazarlar bu menkıbeyi şöyle yorumlamışlardır:: "Burada, menkıbelerin yaratıcısı olan Türk halkı, Mevlâna'nın da büyüklüğünü kabul etmekle beraber tercihini Yunus Emre’den yana yapar. Yunus, Türk halkına kendi dilleriyle hitap eder. Mevlâna ise yabancı bir dil olan Farsça’yı kullanır."

Şimdi bizler Yunus Emre’yi ne kadar tanıdığımızı, anlayıp bildiğimizi bir tartıya koyalım. Eskişehir’de hâlâ görkemli bir Yunus Emre külliyesi yapılamamışsa bunun sorumluları kimlerdir? Bu şehrin sokaklarında çok basit konulardan dolayı tartışmalar, kavgalar oluyorsa, Yunus’un barış ve kardeşlik mesajları yerini bulmuştur diyebilir miyiz? Tabelalar yabancı dillerin egemenliği altındayken Yunus’un Türkçe kullanma gayreti boşuna mıdır? Buna benzer soruları çoğaltmak mümkündür. Ama biz Yunus Emre’nin düşüncesini, insan ve toplum algısını Eskişehir’e hâkim kılmadıkça O’nu anladığımızı ne kadar iddia edebiliriz?

Eskişehir’de kutlanan Yunus Emre Haftası etkinliklerinin hâlâ bir sisteme sokulamaması, disipline edilememesi doğrusu kamuoyunda ve sanat- kültür çevrelerinde hayrete mucip olmaktadır. Bir yıl şarkılı-türkülü kutlanan hafta, başka bir yıl tasavvuf ağırlıklı, bir başka yıl ise şiir etkinlikleriyle gerçekleştirilmektedir. Eskişehir’de kurulu bulunan sanat-kültür derneklerinin Yunus Emre Haftası’na dâhil edilmemeleri ayrıca sorulması gereken bir sualdir. Yıllarca Yunus Emre izleğinde şiirler yazan edipler bu durumu esefle karşılamaktadır.

Üniversitelerin bu etkinliklere katılmaları elbette sevindirici bir vakıadır. Bu hafta, protokol kutlamalarının çok ötesinde ele alınmalıdır. Eskişehir sanat çevresi, öğrenciler, gençler, halk bizzat etkinliklerin içinde bulunmalıdır.

Yunus Emre’nin aşkı her zaman yüreğimizi titretir, dilimizde şiir olur:

Aşkın önsözüdür yaprağına gün değince lalenin söylediği

Senin sözlerinle ruhlarda baharlar yeşerir kara kışın ardından

Ve ağulu aşlar bal ile yağ olur kesilir savaşlar döner barışa

Yeniden başlar söz saltanatının güzelliği yaralı gönüllerde

Şu cihan cehennemi cennete çevrilir huzur doğar kalplere

Senden ırmaklar taşıp gelir yalnız ve çıplak bozkıra en evvel

Yıldızlardan muştusu iner sezgilerin hüzzamdan gecesine

Bir fitne zamanında uyandırırsın çağrınla canları cananları

Farklı vakitlere sırların eser rüzgârında senin

Uzak diller konuşur uğultusuyla toprağın yüzüne

Not: Bu yazı, Kovid 19 salgınından önce yazılmıştır.