Dede’min en kaliteli çam ağaçlarını kestirip, getirterek yapmış olduğu altı ahır,üstünde iki oda ve
büyükçe salon,iki yanında tuvalet ve abdest hanelerin bulunduğu bir odalı evimizde beş kişilik bir aile
olarak yaşama tutunmaya,hayallerimizi yüksek tutmaya, umutlarımızı yarınlara taşımaya çalışıyorduk. Bir
oda bir salon. Mutfak,yatak, gusulhane ve yaşamamız için ne gerekiyorsa evin içi, üstü ve alındaki
ahırdaydı.Yatak odası, misafir odası, mutfak gibi bölümler köy evlerinde yok gibiydi.Evimizin ortasında
ocağın karşısında ayakları olmayan genişçe bir taş üzerine yerleştirilmiş sobamız, kışın bizi Ilgaz’ın sert
esen rüzgarlarında dondurmayacak kadar yanardı. Çıralı karaçam odunlarını yanarken soba öfkelenir,
ağzından duman ve alev çıkarırdı pom pom diye. Çok soğuk olmadığı gün ve gecelerde ocağın etrafına
toplanır, pişen yemeğin kokusunu , içimize çekerken ısınır, ders çalışırdım. Babam ders çalışma sürem
uzayınca ocağa çıralı kütük koyar, uzun süre yanardı.Yatarak çalıştığım zamanlarda sırtıma çıngı atardı.
Annem birkaç defa üstümdeki elbiseyi yakmadan su dökerek söndürmüştü. İki öküz, bir inek bir de
eşeğimiz vardı. Beş, altı tavuk birde horozumuz olurdu.Lambamız yoktu ilk yıllarda, ocakta yanan çıra
ışığında ders çalışır dım. Gaz yanan idare aldı babam.Ahıra çıra ile inmekten ve ocak önünde ders
çalışmaktan kurtulmuştum. İdarenin fitilini daha fazla aydınlatması için çıkardığımda, babam fitili içeri
basarak, “su değil, gaz yağı yakıyor” diyerek beni uyarmıştı birkaç defa.
Kış gecelerinde oturmaya gelen komşulara küle gömülen patates, kabak, sarma, turşu, elma , üzüm
ve pekmez ikramı zorunluluk gibiydi. Bizim üzüm bağımız ve elma ağaçlarımız vardı. Dedem Ecir’in
Memet ve Babası Ecir’in Hüseyin, ormanda bulunan çok sayıda yabani ağaçlara elma armut aşısı yaparak
büyütmüşler. Daha sonraki yıllarda meyve bahçeleri de köyümüzde yaygınlaşmıştır.
Üç kardeş, soğuk gecelerde çul yatak ve çul yorganın altında yatardık. Ayak ya da kolumuz dışarıda
kalırsa buz keserdi. O yüzden kalıp gibi yatıp kalkacaksın. Üstünü açan küçük kardeşleri
gözeteceksin.Ilgazlardan esen poyraz evdeki kova içindeki suları bile çakır buz ederdi.Zaten ev
korunaksızdı. Bir yandan giren rüzgar öbür yandan ıslık çalarak çıkardı.
Soğuk, karakış, yoksulluk, babamın öfkesi ve annemle kavgaları bile ailemi ve evimi sevmeme
engel olamıyordu. Babam sobanın yüzeyini kara tahta gibi kullanıp kömürle yazarak matematik
çalıştırıyordu. Okulda öğretmenimin anlattıklarını hızlı kavradığım için çalışma isteğim daha da artıyordu.
Babam daha okula başlarken “sen öğretmen olacaksın, ceketimi satıp okutacam seni “ diye beynime
sokmuştu. Üçüncü sınıftan sonra daha iyi kavramaya başladım babamın motivasyonunu. Kitapları
okumuyor sanki yutuyordum. Zaman zaman köyümüzde bulunan bir cemaatin yurdundaki öğrenciler ve
hocaları camide dinlediğim vaazları da kafamı karıştırıyordu.A ncak babamın “sen öğretmen olacaksın”
sözlerini hiçbir şekilde etkilemiyordu. Çünkü babam bende en güçlü, büyük, herkesi dövebilecek ,bir devi
bile korkutacak kahramandı, tüm çocukların babaları gibi. Sekiz on akran arkadaş yan yana geldiğimizde
herkes babasının güç ve kuvvetinden bahsederdi. Dayak atan, sert, evde hiç gülmeyen, otoriter, çok sesi
çıkan, afat gibi adam olduğunu ve “benim babam daha güçlü” inancını vermeye çalışırdık bir birimize.
Çocukluğumdaki o cehalet dönemini yansımalarını uzun yıllar atamadım. Bir atmış beş boylarındaydı
babam. Yetmiş yıllık ömründe atmış üç kiloyu hiç geçmedi. Yine de benim gözümde bir devdi.
Köyümüzün arazisi kıraç ve eğimli kumsal topraklardan oluşmaktadır.Bağ ve bahçeler dışında tarım
tamamen kurak ve kıraç topraklarda yapılırdı. Verim bire en fazla üç beş olurdu.İhtiyaçların çoğu
ormandan kesilen odunların satılmasıyla karşılanır.Mart ayından sora Ağustos ayına kadar köyün
çoğunluğu odun satarak şehirden ekmek alırdı.Pazar ekmeği yada ak ekmek derdik. Güreş tutmayan erkek
çocuk, makbul sayılmazdı.
Orman köyüdür Aspıras (Kayaönü) köyü. Geçiminin çoğunluğunu ormandan sağlar. Bir yük odun için
baltası alınır, eşeği muhtara yediemine bırakılır, ormancının mahkemeye vermemesi için çoğunlukla

muhtar devreye girer, eşek, semer, balta kurtarılır, muhtar daha da güç kazanırdı. Köyümüzde ormancı
geldiğinde atını gezdirmek bile ayrıcalıktı. Ancak bu davranışlar çocuk yaşta benim gururumu incitiyordu.
Ağustos ayının ortalarıydı. Üç gün uğraşarak dövenle sürdüğümüz arpaları tınar haline getirdik.
Savrulması için samanlığa doğru esecek sabah rüzgarını beklememiz gerekiyordu, samanı ve arpayı
ayırmak için. Gerekli düzenlemeyi yaptık. Güneş batmak üzereydi. Babam anneme “ Namazı kılınca
gelirim. Haydi gidelim. Ağam akşam öküzleri getirecek dedi. Heğbeye bazı eşyaları koyarak eşeğe yükledi
annem. Harman evimize çok yakın Demirci Köyü mevkiinde. Eve yaklaştık, Kara Ali eniştemin evinin
önünde bir hareketlilik oluştu. Beş altı kişi Dibekyanı denilen çeşmeye doğru yöneldiler. Biraz daha
yaklaştık, Ormancının atın üzerinde heybetiyle geldiğini gördüm. Kalabalık atın etrafında, at döndükçe
dönüyordu. Atı gezdirmek için kendilerini seçmesi için adeta yalvarır gibiydiler. Ben babamım eline
sımsıkı sarıldım, gitmemesi için içimden çığlık atıyordum. Babam hızlandı.”Gitmesem ayıp olur , bir hoş
geldin diyeyim” diyerek, ormancını atının döndüğü yere gitti. Annem eşeği yularından tutarak eve
götürdü. Ben ormancını attan inmesini ve atını çekme gururunu kime yaşatacağını merak ediyordum.
İnşallah babam gezdirmez atı diye dua ediyordum. Ormancı , başkomutan edasıyla aşağıdakileri birkaç
defa daha süzdü. Eniştem Kara Ali pehlivan evinin ikinci katının balkonunda misafirini bekliyordu. O da
aşağıya indi. Atı gezdirmek isteyenlerin arasında babamım iki iriliğinde Coşar pehlivan, gördüğümüzde
saklandığımız Bekir dayı, dağları ben yarattım edasıyla yürüyen Pala dayı,Tatarın Veysel, Hatıbın Mürsel,
Deli Memed’in oğlu, Demo dayı ve babam’ vardı. Ormancı attan inerek babamdan daha cılız ve yüz elli
santim boyundaki Demo dayıya verdi atı gezdirmesi için. “Atların vücudu yorgunluk hissi veren laktik asit
salgılamaz. Bu yüzden yorulduklarını bilmez ve hissetmezler. Eğer durdurulmazlarsa kalpleri durana kadar
koşarlar.” Bu yüzden gezdirilirmiş.
Kara Ali eniştem ormancıyı alarak eve çıkarken komşuları da buyur etti. Akşam vakti yaklaştığı için
“Sağ olasın pehlivan” diyerek dağıldılar.
Ben Ulukuş’un samanlığını kenarından atın gezdirilmesini izlemeye başladım. Ormancı balkondan “
Demooo, biraz hızlı yürü, yuları sıkı tut, uzak dur altında kalma akşam akşam. Dikkatli ol!” “Tamam
efendim” dedi Demo dayı. Eline ilk yuları aldığındaki o etrafına attığı bakış ve gurur, biraz talaşa bırakmış
gibiydi yerini. Balkonda yemeğini yerken Demo dayıya farklı talimatlar veriyordu ormancı. Yirmi dakika
kadar hızlı şekilde gezdirilen atı, on dakika kadar da normal yürüyüş yaptırılıp avluya bağladı.”Biraz
dinlensin suyunu veririz. Sen gidebilirsin” dedi ormancı. Demo dayı ter içinde kalmıştı. Alnını elinin
tersiyle siliyor, her önüne gelene, Ormancının atını gezdirdiğini gururla, mutluluk içinde anlatarak
caminin yanındaki evine doğru yürüyordu. Babam ormancının atını gezdirmediği için rahatlamıştım.
Anamın pişirdiği hamuru akşam yemeği olarak yiyip yatma zamanı geliyordu. Günün yorgunluğu akşamla
beraber üstümüze çökmeye başlamıştı.
Coşar pehlivan anne tarafından akrabamız olduğu için babama enişte derdi. Tarla satışı meselesinden
bir atışmalarına tanık oldum. Babam haklıydı. Üç yüz liraya sattığı tarlanın parasını alamamış Coşar
pehlivanın babasını mahkemeye vermiş ve mahkeme beş yüz lira ödemesini hükmetmişti. Coşar pehlivan
“bu büyük parayı nasıl öderiz, salak herif, boğarım seni vallahi!” Diyerek, babamın yakasından tutup
iteledi. Belki daha farklı küfürler de edecekti ama annem akrabası olduğundan yapmadı. Babam hiç sesini
çıkaramadı.Eğer vursaydı; elimdeki çemekli öndereyi kafasına vurmak için hazırlanmıştım. Bereket ki
düşündüğüm gibi olmadı. Babamı bir iki defa ha itekleyip “ başımı belaya sokma ,elimde kalacaksın!” Gibi
hakaret içeren sözler söyleyerek uzaklaştı. Babamın gıkı çıkmamıştı. Oysa ben babamı tüm köyü döver
gözüyle arkadaşları sustururcasına efeleniyordum. Bu ufak kavgadan sonra babamım kavgacılığını hiç
konuşmadan, okuduğu kitaplar, yetiştirdiği elma türleri, bana öğrettiği matematik bilgilerini öne çıkararak
yüceltmeye çalışırdım. Çocukluğumuzun hayal dünyası ve “BENİM BABAM” övüncünü yaşamak ayrı
güzeldi.

Babamla bağımızdan, evin çatı arasına asarak kışında yiyebilmemiz için iki heğ(sepet) Kahta, kirt ve
kadın parmağı üzümlerinden keserek, eşeğe yükledik. Evimiz köyümüzün şehre çıkışı tarafında. Eve kadar
köyü bir baştan bir başa geçerdik. Babam kestiğimiz tüm üzümleri “babamın, ananım, ölmüşlerimizin canı
için yiyin” diyerek dağıttı. Sepetin birinde yarım kalmış diğeri bitirmişti. Yan yatmasın semer diye boş
tarafa taş koymuştu. Eve geldiğimizde annem çok öfkelenmiş ,”Çocukların rızkını dağıt Hasağa” diyerek
ağlamıştı.
Ormancının atının gezdirilmesinden birkaç gün sonra annem “Atmanın dibindeki elma bahçemizin
dallarından yere düşen elmaları topla gel de hoşaf yapalım , sergiliğe serelim de kurusun” diye sabah erken
beni eşeğe binfirip elma bahçemize göndermişti. Bu işleri severek yapıyor, oyun oynamaya da fırsat
buluyordum. Gün eğilirken heğbeye doldurduğum elmalarla köye geldim.Camiyi geçtim ki, Demo dayı
ile Coşar pehlivan birbirlerine bağırarak kavga ediyorlardı. Demo dayı yolun üst kısmında duvarın
üstünde horozlanıyordu. Coşar pehlivan tutsa tek eliyle kaldırır duvara asar. Ancak Demo dayı “ sen
kimsin ya, pehlivanlığın bana sökmez!” gibi daha anlayamadığım hakaret sözcükleriyle Coşar pehlivanı
tahrik ediyordu. Köyden cami çevresinde bulunan komşular gelerek “ayıptır, napıyosunuz, çoluk çocuk bir
şey var sanacak. Kes sesini, horozlanıp durma, yumruk kadar canın var! Pehlivan şu çattığın adama bak,
derdiniz ne ya sizin” sözleriyle araya girdiler. Kalabalık yolu kapattığı için eşekle beklemek zorunda
kaldım. Coşar pehlivan “Bak dilini koparırım senin, bir daha lafını bilerek konuş .Sen kim oluyorsun lan!”
Yine komşular, ”Sabırlı ol pehlivan” diye uzaklaştırmaya çalışırken, Demo dayı “Sen benim kim olduğumu
biliyorsun. Sap gibi kaldınız o gün! Ormancının atını kim gezdirdi lan!” diye aslan heybetindeki korkusuz
bağırışından sonra, koskoca baş pehlivan sus pus oldu.Yaşlı Kopuk dayı “pehlivan uyma şu beynamaza,
ormancının kulağına gider başına dert alırsın” dedi. Bu ikazdan sonra “lahavle” diyerek uzaklaştı Coşar
pehlivan. Demo dayı kendi kendine hala bir şeyle söyleniyordu. Yol açılınca eşeğin yularından çekerek,
eve doğru hareket ettim. Yürürken, Coşar pehlivanın babamı döver algısına kapılmamamı, Demo dayının
ormancıdan aldığı güçle pehlivanı etkisiz hale getirdiğini düşündüm. Birini sindirmek ya da haklı
olabilmek için başkasına boyun eğmek, sinmek, susmak yanında görünmek gibi kabullenişliklerin, güce
karşı koyamayışın acizliğini düşünerek çok incindim. Yine de babamın, Coşar pehlivandan korkmasını
unutup, ormancının atını çekmeyişini her zaman onurlu bir direnç olarak taşırım. İşte benim BABAM!
Sözünü hala gururla söylerim…
BENİM BABAM
Ufak tefek de olsa
Bir dağ gibi dururdu!
Almadı hep verdi
“Veren el ol kuzum” derdi
Yarım ekmeğini bölüşendi
Onurlu bir yoksuldu.
Dağlarda kaldı ruhu
Yatağında ölmedi…