Günümüzde kentler endüstriyel üretim merkezi olma özelliğinden çıkarken kentsel doku yeniden şekillenmektedir. Ekonomik ve politik merkezler haline gelen kentler ticaretin, medyanın, bilginin, ilişkilerin geliştiği ve biçim değiştirerek karmaşık bir hal aldığı yapılar haline dönüşmüştür.

Bazı kentler kendi içine doğru büyürken bazıları da çevresindeki kent ve kasabaları bütünleştiren bir mantık üzerinden genişlemektedir. Bugün kırsal alanlar yaşam standardı ve ekonomik sebeplerden dolayı yoğun bir biçimde nüfus kaybederken, buradan kaçan kitlenin kente doğru kaydığı görülmektedir.

Kentsel alanlarda yoğunlaşan heterojen nüfus yapısı, yoksulluk ve zenginliğin bir arada olması, çarpık yapılaşma ve zayıf sosyal kontrol, suç oranlarının da giderek artması sonucunu doğurmuştur. Artık kent yöneticilerine düşen görev yalnızca aşırı nüfusun su, hava, toprak kirliliği gibi doğal kaynaklar üzerindeki baskısını azaltmak değil aynı zamanda kentsel mekanın olabildiğince güvenli bir çevreye dönüşmesini sağlamaktır.

Karmaşık bir sosyokültürel yapıya sahip olan kent toplumu gelir adaletsizliği, sosyal eşitsizlik, yoksulluk ve psikolojik bir takım problemlerden dolayı sosyal sınıf ve alt kültür gruplarına göre belli alanlarda yoğunlaşmışlardır. Şehrin merkez ve çevresine göz atıldığında homojenleşmenin özellikle konutların yapılaşmasında ve yerleşimlerde öne çıktığı açıkça görülür. Dikkatli incelendiğinde çevrenin, konutların kullanım biçimi, yapılaşma ve mimari düzenleme zengin bölgelerden yoksul bölgelere doğru bozulmaktadır.

O halde mekan, varoluşun ayrılmaz bir parçasıdır. Yaşanılan yerin dokusu ve rengi bulunduğu bölgeye karakter kazandırır. Çünkü mekanın kendine özgü bir ruhu bulunur. Ancak gerek küresel göç gerekse de kırsal nüfus göçü, yönünü kente çevirdiğinden şehirlerde fiziksel ve sosyal yapılar dönüşüm geçirmektedir. Kolektif bellek ve kent kimliği günümüzde yeniden üretilmektedir.  

Bugün artık kentsel tasarım, güvenlik temelli bir planlama üzerinden işlemelidir. Çünkü sosyal bir varlık olan insan, yaşadığı yeri seçerken sosyal ve fiziksel beklentilerini karşılayacak mekanları tercih etmekte, bunu yaparken de can ve mal güvenliğini ihmal etmemektedir. Güvenlik gereksinimini gideremeyen birey, diğer sosyal ihtiyaçlarını tam olarak sağlayamaz.

Bir kentin güvenli olduğunu nasıl anlayabiliriz? Kentte yaşayanların kendilerini kentin herhangi bir yerinde her hangi bir saatinde korkusuzca, emniyette hissetmeleri söz konusuysa kentin güvenliğinden bahsedilebilir. Elbette yalnızca bu faktörler tek başına belirleyici değildir. Kaza, yangın, afet, terörizm durumlarında acil müdahale edilebilecek yerleşim, yol ve araç düzeni, sağlığı bozma ihtimali olan gıdaların ve diğer ürünlerin etkin denetimi diğer faktörler arasında sayılabilir. Ancak özellikle mekânsal faktörler güvenliği en fazla etkileyen ve uzmanlar tarafından en çok dikkate değer görülen bir veri olarak tespit edilmiştir.

Kentlerde güvensizliğe neden olan suç, kentsel mekanla yakından ilişkilidir. Saldırı, gasp, hırsızlık, adam öldürme gibi suçların mağduru olma, haberdar olma, tanık olma gibi durumlar kentsel mekanın kullanımını önemli ölçüde etkilemektedir. Kent merkezinde yükselen devasa yapılar, yaya trafiği, ticaret ve alışveriş merkezlerinin fazlalığı suç işleme eğilimine sahip olanları bu alanlara yöneltmektedir. Bu durum kentlerde güvenlik temelli mekânsal tasarımları gündeme getirmektedir. Kentin imar planları ve yapılaşma güvenlik kaygısı ihmal edilmeden gerçekleştirilmelidir. Konutlar dikey değil yatay bir doğrultuda gelişmelidir. Öte yandan yönetişim yani yönetimde etkileşim sağlanarak kente ilişkin stratejik kararların alınmasında toplumsal mutabakat sağlanmalı, ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri sürece dahil edilmelidir.