Öncelikle bu konuda Sevgili Hakkı Kutlu'ya katıldığımı belirterek başlayayım yazıya. Gazeteci tarafsız olamaz elbette. Ülkede ve dünyada olan bitene, geçmişte olanlara, gelecekte olması mümkün bazı durumlara karşı gazetecinin de mutlaka bir tutumu, kendisini belirlediği bir pozisyonu vardır ve olmalıdır. Bu konuda benim tepkimi çeken şey, bir argüman olarak sık sık tarafsızlık vurgusu yapıp sonuçta elbette bir şekilde bal gibi tarafgirlik yapanlar. Televizyonlar arasında neredeyse bir partinin resmi televizyonu gibi yayın yapan bir televizyonun kendi haberleri ile ilgili tanıtımında üç-beş kere tarafsızlık vurgusu var örneğin. Buna ne gerek var? Yaptığın şey iddianı komik hale getiriyor...

Bir de şöyle bir kavram kargaşası var; Yandaşlığın sadece iktidar ile aynı fikirde olup o fikirleri aşırı savunmak olduğu izlenimini kabul ettirmişler. Halbuki yandaş demenin sözcük anlamının iktidar yada muhalefetle ilgisi yoktur. Sadece yanında olmayı anlatır. İktidara yandaş olmayıp da yerel belediye muhalefetteyken mesela sabah akşam belediye güzellemeleri yaparsanız yandaş olmuyor musunuz? Yok, bunlara göre o zaman tarafsız gazeteci oluyorsunuz...

Tele1 televizyon kanalında Sayın Sedef Kabaş, 18.Mayıs.2020 tarihinde İstanbul Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu'nu konuk etmiş. Ben programı izleyemedim ama sonradan internetten ulaştım. Sayın Kabaş söyleşiye şöyle başlıyor; “ En çok merak edilen soru ile başlamak istiyorum müsaadenizle. Girişte de biraz belirtmeye çalıştım; onca saldırıya, tehdite, aleni ölüm tehditlerine, hakarete, hedef gösterilmeye, hatta neredeyse yaptığınız her icraate, attığınız her adımla ilgili engelleme gayretlerine rağmen siz nasıl oluyor da her zaman, şimdi karşımızda olduğu gibi sakin, gülümseyen, sabırlı, kendinden emin bir davranış sergileyebiliyorsunuz? Siz bir sabır taşı mısınız efendim?” 

Evet, soru aynen bu. Bu soru karşısında Sayın Ekrem İmamoğlu'nun afalladığı videodan anlaşılabiliyor. Herhalde Sayın İmamoğlu soruyu biraz abartılı bulmuş olmalı... Bu röportaj özellikle bu ilk soru ile alakalı olarak çok konuşuldu. Elbette üzerine konuşulmayı hak ediyor. Ama bence taraflı soru olmasından öte bir problem var. Problem, edilen lakırdının bir soru olmamasından kaynaklanıyor. Cümlenin içeriğine bakınca bunun bir soru değil, sayın gazetecinin kanaati olduğu hemen anlaşılıyor ve izleyici bu lakırdı karşısında muhatabın vereceği cevabı merak edemiyor. 

Evet, sayın gazeteci konuğunun icraatlerini beğeniyor. Hatta konuğuna hayran. Fakat bunu soru halinde değil, söyleşinin başında “ Ben hakkınızda şöyle düşünüyorum” diye dile getirmiş olsa yaptığı işi daha hakkını vererek yaptığını söylemiş olacağız...

Burada sıkıntı sunucunun konuğuna aşırı hayranlık duyması değil. Soru soruyormuş gibi yaptığı halde soru sormaması. Yani biz izleyicileri yanıltması. Dolayısıyla kötü bir gazetecilik örneği sergilemesi. 

Eğer bu bölüm gazetecilik okullarında kötü örnek olarak okutulacaksa; “Bakınız bir gazeteci muhatabını bu kadar aşırı överse problemlidir” diye örneklenmesin. “ Çocuklar, edilen bu laflar aslında bir soru değil. Okuyup gazeteci olduğunuzda böyle sorular sormayın “ denilerek okutulsun...