Bazı dönemlerde zaman, belli bir doğrultuda durgun akan su gibidir. Öyle dönemler olur ki; zamanın akışı, menderesler yapan bir akarsuya benzer. Böyle bir yön değiştirme, 20’nci yüzyılın son çeyreğinde oluşmaya başladı. Bugünü dün gibi görenler, değişimin farkına varmamakta ısrar etseler de; içerik olarak yeni bir çağda yaşadığımız besbelli ortada. Bazı unsurları 1900’li yılların ortasından sonra, kimileri daha yakın zamanlarda oluşan yeni bir bakış; giderek toplumları, kuruluşları ve kişileri etkisi altına alıyor. Öyle sanıyorum ki; iyiden iyiye çürümüş olan geleneksel siyasetin alternatifi de bu süreçte çıkacaktır.

1970’lerden sonraki yıllar, dünyayı ve canlı yaşamını yok etmekte olduğumuz konusunda daha ikna edici oldu. Çevre koruma fikri ile başlayan süreç, canlı yaşamın ve dünya kaynaklarının sürdürülebilirliğinin sağlanması şeklinde devam etti. Sonuçta; doğanın ve çevrenin korunmasından herkesin, her türden kuruluşun sorumlu olduğunu ifade eden bir ekolojik bilinç noktasına geldik. Bugün siyasetçiler, şirketler ve devletler, ekolojik bir bilincin varlığı ve meşruiyetine dair söylemlerde bulunuyorlarsa, bunda genel anlamda sivil toplum hareketlerinin çok ciddi katkısı var.

Özellikle “Sanayi Toplumu Çağı” ile birlikte bir tüketim ve buna bağlı üretim çılgınlığı başladı. Yumurta – tavuk ikilemine benzer biçimde üretim ve tüketim, biteviye birbirini iştahlandırdı. 1970’li yıllardan sonra teknolojik gelişmelerle birlikte üretimin önünün açılması, bundan sonraki dönemi “Aşırı Tüketim Çağı” olarak isimlendirebileceğimiz bir şekle dönüştürdü. Bundan; gıdadan giyime, kozmetikten ev eşyasına kadar her sınai ürün nasibini aldı. Ama doğal olandan ayrılıp yapay olanla yaşamaya devam etmenin, zamanla başta insan olmak üzere doğal yaşamı olumsuz etkilediğini fark ettik. Toplum olarak tüketimin kalitesi konusunda henüz çok gerilerde olsak da; yaşadığımız bu çağın en önemli farklılıklarından birisi, bilinçli tüketim konusunda oldu. Doğal ürünlere geri dönüş özlemi, bu yeni türden tüketim anlayışını ifade ediyor.

Dünyada bir eğilim geliştiğinde bunun etkilerini ekonomiden kültüre, inançtan günlük yaşama kadar her alanda izlemek mümkün oluyor. Bu nedenle örneğin bilinçli tüketim anlayışının bir başka boyutta ifadesi, insanın kendisinin geçmişe göre daha farklı algılanması oluyor. Buna insana bütünsel yaklaşım diyebiliriz. “Holistik düşünce” diye de isimlendirilen bu yaklaşım, her şeyin birbiri ile ilintili olduğu tezi üzerinden giderek insanı; bedeni, duygusal ve zihinsel dünyası ve çevresi ile birlikte bir bütün olarak kavramaya çalışıyor. Örneğin spor yapmanın zihin sağlığı ile ilgisi, iyi ve sağlıklı beslenmenin duygusal dünya ile bağlantısı ve ruhsal sorunların aşılmasında kişinin çevresinin dikkate alınması, bu çağın özellikleri olarak tespit ediliyor. Bu açıdan belki de ilk kez insanı karmaşık ama bir bütün olarak ele alınırsa, anlaşılabilir bir canlı olarak inceleme ve araştırma imkânı yakalamış oluyoruz. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi; fizik, kimya, biyoloji veya psikoloji gibi saf bilimler yerine çok faktörlü yeni bilim dalları oluşmaya başladı.

Kanımca; bu çağın farklılıklarından bir diğeri, doğayı yitirmeye başladığımızın bilincine varmaya eşzamanlı olarak sürdürülebilirlik kavramını öğrenmemizdir. Belki de ilk kez “Benden sonra tufan” anlayışından vazgeçerek gelecek yılların ve kuşakların durumunu dikkate almaya başladık. Aynı nedenle sürdürülebilir ekonomi, sürdürülebilir biyolojik yaşam ve sürdürülebilir dünya kaynakları gibi unsurlardan söz etmeye başladık.

Her ne kadar açgözlülük ve hırs nedeniyle istenen ölçüde başarılı olunamasa da; bu süreçte yeni türden bir ahlak anlayışı da oluşuyor. Küreselleşmenin sonuçlarından birisi olarak küresel etik olgusundan söz edebileceğimiz bir noktaya geldik. Bu nedenle küresel kuruluşlar bugünün sorunları için yeterli olmuyor. Bu çağ, etik konusunda olduğu gibi dünya barışı alanında da yeni anlayış ve örgütlenmeleri zorunlu kılıyor.

Özetle; fark eden için dünya hızla değişmeye devam ediyor. Bazıları, gözlerini kapatarak eskide yaşamayı deniyorlar.

- - - - -