Hiç poker oynadınız mı bilmiyorum, kurallarını biliyor musunuz onu da bilmiyorum, ancak anlatmak istediklerimi ancak poker oyunundan örnek vererek anlatabileceğimi biliyorum…

Bilmeyenler için kısaca şunları anlatayım, tek deste iskambil ile oynanan (yani, her kâğıttan dört tane vardır) pokerde, aynı kâğıttan iki taneyi yan yana getiren bir hamle yapmıştır. Ancak diğer oyuncu da başka bir numaradan üç taneyi yan yana getirmişse, ilk oyuncuyu yener…

Diyelim ki dört kişi poker oynuyor…

El’in sonunda bir oyuncu kâğıtlarını açıyor ve üç 9’lu…

Diğer oyuncu kâğıtlarını açarken, “Bende dört tane var” deyip, dört 9’lu açıyor…

Poker oyununu bilenler başladı gülmeye eminim…

Hem de çok gülmeye…

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili İbrahim Kaboğlu’nun, “Sultanahmet Camii de müze olsun” sözlerini ilk duyduğumda aklıma böyle bir hamle olup olmadığı geldi açık söyleyeyim…

Ve “Ne garip bir hamle, kırk yıl düşünsem aklıma gelmez” dedim, hem de sesli…

İki gündür bu konuda yazılanları okumaya çalışıyorum, hemen herkeste benzer yorumlar…

“İbrahim Kaboğlu, naif, kimseye zararı dokunmayacak bir hukukçu, ama siyaseti bilmez” diyor özetle tanıyanlar…

İbrahim Kaboğlu’nun, “Ayasofya, dünyanın kültürel mirasıdır. Tam karşısındaki Sultanahmet Camii de. Bırakın Ayasofya’nın camii olmasını, ikisi de müze olmalı” tarzı sözlerinin başlarına nasıl bir bela açacağını anlayan CHP yönetimi, Grup Başkan vekili Özgür Özel vasıtasıyla, ivedilikle açıklama yaptı ve “Böyle bir düşüncelerinin olmadığını” söyledi. 

Özgür Özel işi bir adım ileriye götürüp, İbrahim Kaboğlu’nun da aslında böyle bir düşüncesi olmadığını söylemek zorunda kaldı, fakat, İbrahim Kaboğlu ‘aslında’ ne demek istediğini bir kez daha açıklarken, görüşlerini yinelemiş ve Özgür Özel’i tekzip etmiş oldu…

Siyaset, biraz da ‘hamle’ yapabilme uğraşıdır…

Rakip parti gündemde çok güzel bir yer yakaladıysa yapacağınız iki hamle olduğu düşünülür çoğunlukla…

Ya söylediğine ‘zinhar’ karşı çıkarsınız ya da gündemi ele geçirmek için, saçma sapan da olsa karşı bir hamle yapıp sadece kendinizin konuşulmasını sağlarsınız…

Tabii ikinci seçenek sizin ‘gündemi’ ele geçirmenize neden olur, ancak siyasetinize katkısı ziyadesiyle negatiftir…

İbrahim Kaboğlu’nun sözlerini işitince, “Hah işte, CHP yine gündemi ele geçirme planı yapmış ve fakat bu plan tutmaz, aksi gibi ellerinde patlar” dedim…

Açıkçası biri bana, “Yav Hakkı, söylesene, Ayasofya konusunda gündemi nasıl ele geçiririz, bize bir fikir bul” dese, günlerce düşünsem aklıma gelmezdi böyle bir cümle!

Nereden baksan komedi…

Nereden baksan tutarsızlık…

Beri yandan işin (bence) herkesin atladığı bir noktası var ki, asıl tartışılması gereken de budur!

İbrahim Kaboğlu başta olmak üzere ülkemizde yaşayan birçok kişi, ‘Ayasofya’yı, Sultanahmet camisini ve hatta Selimiye’yi de tarihî birer mimarî eser’ olarak görüyor kanımca…

Çok fazla, aşırı değerli, ama bina…

Bina işte…

Biri, bin 500, diğeri 400 yıl önce yapılmış, iki bina…

Mimarî özellikleri muhteşem, tarihî değerleri büyük, çok büyük…

Ama…

Bina işte…

Aslında İbrahim Kaboğlu’nun ağzından kaçırdığı budur…

Oysa…

Ayasofya başta olmak üzere yüz yıllar önce yapılmış bu mimarî eserler, sadece bina olarak görülemez…

Bir binayı “tarihî” yapan, kendisine yüklediğimiz anlamlar ve taşıdıkları ruhtur…

Siz, bir binanın ruh taşıyamayacağını düşünüyorsanız, eyvallah, o zaman “bina sonuçta” der, geçersiniz…

Ve fakat o zaman bu durumda size tepki gösterenlere de ses çıkaramazsınız…

Diyeceğim şu ki…

Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını istemeyenler, “Hatta Sultanahmet camii de müze olsun” hamlesini, siyasette zaman zaman yapılan “gündemi ele geçirme” işinin, kötü bir örneği olarak yapsaydılar, gülüp geçecektim…

Ama kazın ayağı öyle değil galiba…

Her ne kadar CHP yönetimi ‘bu görüşü kabul etmiyoruz’ dese de…

Konuyu, İbrahim Kaboğlu gibi algılayan çok sayıda politikacı var galiba içlerinde…

Bu ülkede siyaset yapanların bir bölümü, ülkelerinde yaşayan insanları tanımadığını bu kadar kolay itiraf edememeli. İnsanların, taş, tuğla ve harçtan oluşan ‘bazı’ binaları, salt bina olarak görmediğini, o binaların ruhları olduğunu düşündüklerini bilmeli…

Siyaset yapanlar, böyle düşünenlerle aynı biçimde düşünmek zorunda değil elbet, söylediğim o değil…

Aynı topraklar üstünde yaşadığın insanların hassasiyetini bilmezsen…

Bilim adamı olarak kalmalısın, siyaset senin işin değil demek ki…

Binaların ruhu olduğunu bilmez de…

Pokerdeki gibi, üç tane 9’lu açanın önüne dört tane 9’lu açarsan…

Bir sonraki oyuncu da masaya beş tane 9’lu koymaya kalkar…

Sonra masaya fazladan gelen 8 tane 9’luyu kimlerin getirdiğini düşünmeye başlarsın avel avel…

Yani…

O zaman kalkar bir densiz, “Anıtkabir, türbe olsun” der…

Ne diyeceğini şaşırırsın…

Not: Biz, bu çağlarda gazetecilik yapanların yaşadığı bir sıkıntı var. Yazılarımızın başlığını okuyup, içeriye hiç ‘tık’lamadan küfretmeye başlayan bir kitle oluştu maalesef.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar anlamıştır ne dediğimi, ancak, sadece ‘yazı başlığını’ okuyup sonra beni, “Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret ettiğim” savıyla, Türkiye Cumhuriyeti savcılarına şikayet edecekler için bir kelam etmek isterim: Keşke hayat, sizin sandığınız gibi ‘başlıklardan’ ibaret olsaydı. O zaman hepimiz, sığ dünyamızda mutlu mesut yaşardık!

 

- - - - -