Zürafalar ayakta doğum yaparlar. Bebek dünyaya gelir gelmez iki metre yüksekten aşağıya düşer. 
Ne olduğunu şaşıran zürafa bebek,  ayağa kalkmaya çalışır; ama o da ne, anne zürafa tuhaf, tuhaf olduğu kadar da şaşırtıcı bir davranışta bulunur.
O kadar yüksekten yere düşen yavrusunu kucağına alıp gözyaşları içinde: “Ah, benim kuzumun canı ne kadar yandı, özür dilerim kuzum, bir daha asla olmayacak; anneciğin seni kucağında koruyacak. “ diyerek öpüp koklaması beklenirken anne zürafa, yavrusunu hafifçe tekmeler ve tekrar yere düşürür. 
Bu da yetmez yavru zürafa, tekrar kalkmayı denediğinde anne onu yine yere iter. Bu durum yavru zürafa yorgun düşüp artık ayağa kalkmaya yeltenemeyecek hale gelene kadar defalarca tekrarlanır. Sonunda anne zürafa yorgunluktan helak olmuş yavrusuna ayağıyla destek vererek onu ayağa kalkmaya teşvik eder ve bir daha da yere itmez.
Anne zürafanın lohusalık depresyonu yaşadığını söyleyebiliriz; ama yanılmış oluruz.
Anne zürafanın bu davranışının açıklaması şu: “Zürafaların, yırtıcı hayvanların saldırıları karşısında hayatta kalabilmeleri için öğrenmeleri gereken ilk şey, düşünce hızla ayağa kalkabilmektir. Anne zürafanın bebeğine öğretmeye çalıştığı da buydu.
Modern çağın anne babalarının ders alacağı bir yaşam öyküsü bence.
Çünkü yeni nesil anne ve babalar annelerinin, babalarının onlara yaşattıklarını yaşamak istemiyor. Kısaca çocukları bir eli yağda bir eli balda yaşasın istiyorlar.
Kimseler onları üzmesin, gözlerinden sevinç gözyaşı dışında yaş akmasın.
Okula, özel derslere, arkadaş buluşmalarına kendimiz götürüyoruz. Elbette nereye gittikleri, kimlerle arkadaş olduklarını denetlemek zorundayız. Ama bir yere kadar.
Üniversiteyi bitirmiş kocaman genç kız ya da delikanlıları iş görüşmesine yalnız göndermeyen aileler var hala. 
Neymiş efendim onlar denetleyeceklermiş, bakalım nasıl bir iş yeriymiş. 
Çocuklarımıza karşı bu kadar korumacı olmak her zaman doğru değil. Çocuklarımıza hayatı tanımaları için fırsatlar verilmeli.
 Zaman zaman başarılı olup sevinmeyi, bazen de başarsızlıklarla mücadele etmeyi öğrensin ki yaşam savaşında ayakta kalmayı başarabilsin…
Başarısızlık ve hayal kırıklığı, çocukluktan yaşlılığa, hayatın düzenli birer parçasıdır. Çocuklara, sevgi dolu ve destekleyici bir ortamda erken yaşlarda yenilgi ile baş etme fırsatı vermeliyiz ki, ileriki yıllarda yardımcıları olacak beceriler geliştirsinler.
 Oyunda kaybeden çocuk, sportmenliği öğrenir. En iyi futbol takımına giremediğinde ya da çok istediği bir şeyi kazanamadığında, hayal kırıklığı ile baş etmeyi ve yeniden denemek için çok çalışmayı öğrenir.
Çocuklarımızı her zaman korumak kollamak olmaz, bazen de hayata hazır olması için biz zorlayacağız çocuklarımızı. 
Çok beğendiğim bir Arap atasözüyle bitirmek istiyorum yazımı.
       “Bazen iyi bir şey öğretmek için biraz acımasız olmak gerekir.