Yalan; gerçeğin ne olduğunu bildiği halde, aldatmak, kandırmak düşüncesiyle gerçeğe aykırı olarak söylenen sözler…

Hakikatin tersine ortaya konulan, doğru olmayan söylemler… Siyasi, ticari, nefsi bir menfaati elde etmek için, bir kimseyi, topluluğu veya kurumu yanıltmak amacıyla bildirilen haberler… Olanı olmamış, olmayanı olmuş gösteren sözlerdir.

Ekonomik, siyasal ve sosyal yaşamın sağlıklı bir şekilde devamı, büyük ölçüde bireyler arasındaki itimat ve güven duygusunun varlığına bağlıdır. Yalancılık, hile, aldatma, iftira gibi şeytani sahtekarlıklarla insanların birbirine olan güveni sarsıldığı takdirde kimse, kimseye inanmaz, güvenmez. Toplumun huzur ve emniyeti ortadan kalkarak, herkes birbirinden çekinir, korkar, şüphelenir hale gelir…Hatta, güven sarsılınca, doğru söz ve davranışlara bile şüphe ile yaklaşılır…Gündelik yaşam felce uğrar…

İşte yalan da, bireysel ve toplumsal huzur ve güveni ortadan kaldıran, çoğu kötülüklerin anası, çirkin bir huydur. İnsanı dostlarından arkadaşlarından uzaklaştıran, sosyal itibarı sarsan ruhsal bir bozukluktur. Akrabalık bağlarını zafiyete uğratan, aile bireyleri arasındaki güven duygusunu ve sevgi-saygıyı ortadan kaldıran, insan ruhunu çürüten bulaşıcı bir virüs gibidir yalan…

İnsanlar hilekarlıkta o kadar ustalaşmışlar ki, şeytana pabucunu ters giydirecek hale gelmişler. Zihinlerinde kurguladıkları hayali güç vehmiyle kazanacaklarını sanırlar. Sattığı malda olmayan özellikleri müşterisine sayan tüccar, görevini doğru yapmayan memur, suç işleyen sanık, devletten vergi kaçıran kimse, yalancı şahitlik yapan müfteri, kazanma hırsına kapılan siyasetçi, hep yalanlarla kendini kurtaracağını düşünür…. Halbuki, ‘’Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.’’ Hiçbir şey gizli kalmaz, er geç ortaya çıkar. Söyleyeni de güvenilmeyen, sevilmeyen, saygı duyulmayan insan durumuna düşürür.

Hak etmediği bir faydayı elde etmek için başvurulan sahte bir metot, insan onuruna yakışmayan, ahlaki bir zayıflıktır yalan. Toplumsal hayatta bireyleri, toplumları hatta devletleri birbirine düşürür, yanlış yönlendirir, yanlış algılar oluşturur. Dostlukları yıkıp yerine düşmanlık tohumları eker. Kötülüklere kapı açar…

Gayri meşru davranışları yaygınlaştıran, bir karakter bozukluğudur. Tekrarlandıkça, karakter yapısı ve yaşam biçimi olarak, alışkanlık haline gelir. İnsan kalitesini erozyona uğratır. İnsanın öz saygısını yitirmesine sebep olur. Çarpık tutarsız davranışlar ortaya çıkartır. Toplumların çürümesine yol açar. Kısaca, yalan hem bu dünya’da, hem öteki dünyada insanları felakete sürüklerken, dürüstlük iyiliğe, kurtuluşa götürür. O halde;’’ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.’’(Hud,112)

Peygamberimiz Hz. Muhammet yalancılığı münafıkların alameti olarak nitelemiştir. Münafıkların konuştukları zaman yalan söylediklerini, verdikleri sözde durmadıklarını, emanete ihanet ettiklerini bildirmiştir;

‘’Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.’’ (Buhari, İman)

Yalan ve iftirayı, hakareti kendilerine huy edinmiş kimseler, söylem ve davranışlarında samimi olmadıkları için, riyakardırlar. İnsanların samimi, temiz duygularını istismar ederler. Hatta Allah’ı bile aldattıklarını sanırlar. İnsanlar arasında ikilik oluşturmaya, toplumu bölmeye, ayrıştırmaya çalışırlar. Birlik- beraberlik, kardeşlik duygularını yok etmeye uğraşırlar…

Bir de kendilerini toplumu ‘’düzeltenler’’ olarak takdim ederler. Oysa; ‘’Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların zarar görmediği kimsedir.’’

Öyle ise, günlük yaşam mücadelesinde, konuşmalarımızda, yaptıklarımızda her zaman, rehberimiz/kılavuzumuz, ilkemiz doğruluk-dürüstlük olmalıdır. Gece başımızı yastığa koyduğumuzda, kalbimiz, gönlümüz rahat olmalıdır.

Doğru söyleyen dokuz köyden kovulsa da, eğriliğin getirisi kısa vadede daha fazla gibi görünse de, sonuç itibariyle doğrular kazanacaktır. Ne diyor Ziya Paşa;

‘’ İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,

Yardımcısıdır doğruların Hz. Allah’’

Bu nedenle, toplumdaki kötü insanlara bakıp da kötüleşmeyelim. İyiler hala çoğunlukta…Önce içinde yaşadığımız toplumda, gündelik yaşamla ilgili hayatımızın her alanında iyiliği, güzelliği hâkim kılma gayretinde olalım… Her gün televizyonlarda izlediğimiz, sosyal medyada gördüğümüz olumsuz örneklerle cesaretimiz kırılmasın…

Sonuçta mutlaka iyiler, doğrular kazanacak, kötüler, eğriler kaybedecek…Toplumların gelişim seyri, ‘’insanlık’’ çizgisinde (ahlak, adalet, merhamet, vicdan, doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet) ilerleyecek…O halde, kötüler yürüyorsa, iyiler koşmalı…

Önce kendimizden başlayalım… Evimizde, işimizde, kamusal yaşamımızda, arkadaşlarımızla, çocuklarımızla olan iletişimimizde doğruluk ve dürüstlüğü kendimize yaşam biçimi olarak benimseyelim, içselleştirelim…

Bakın Koca Yunus ne diyor;

‘’Herkes doğrudur, sen doğru isen,

Doğruluk bulunmaz, sen eğri isen.’’