Her toplum layık olduğu şekilde idare olunur. Bizler kendimizi değiştirip, geliştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmez. O zaman, sahip olduğumuz imkânları, akıl ve iradeyi başta kendimiz olmak üzere, içinde yaşadığımız toplumu değiştirmek, geliştirmek, kalkındırmak için kullanacağız.

       İnsanların ekmeğe, suya, ekonomik kalkınmaya ihtiyacı olduğu kadar, insanlığın ortak değerleri olan ahlaka, adalete, özgürlüğe, bağımsız yaşamaya, hakça paylaşıma da ihtiyacı vardır.

      Pratik yaşam uygulamalarında bu ilkelere riayet etmeyenlerin, idealizmden ve büyük davalardan bahsetmesi, büyük politik laflar etmesi, inandırıcılığı, samimiyeti olmayan, sloganlardan ibaret, boş sözlerdir.

      Herhangi bir ülkede toplumsal huzur ve mutluluk, iffet ve namus gibi paylaşılamaz değer olan, egemenliğe, bağımsızlığa sahip olmakla, adalete ve hakkaniyete riayet etmekle sağlanır. İçerden ve dışarıdan çeşitli gerekçeler uydurarak bunları ortadan kaldırarak değil…

       Ekonomik, sosyal, siyasi çeşitli sorumlarımız olabilir. Yönetim sistemi yanlış, toplumsal ayrışmışlık ve terör sorunları gibi… Türk milleti olarak tarihi süreç içerisinde pek çok sorun yaşayarak, zor günlerden geçtik, kurtuluş savaşı yıllarında olduğu gibi… Ancak her zorluğun üstesinden geldik, çözüm yolu bulduk…

       Ancak, ahlaki duyarlılığın ve milli bilincin zafiyete uğramasının, çöküşünün telafisi, çözümü çok zordur, düzeltilmesi yıllar alır… Bu nedenle devletler ve milletler milli ideallere dayanmalı… İdealsiz insanlar bencil ve aşırı çıkarcı, ümitsiz ve kötümser olurlar. Ülkeleri ve milletleri için zor günlerde fedakârlık yapmaktan çekinirler, sadece kendilerini düşünürler. Ortak bir vicdana, kültüre, milli bilince dayanmayan ülkeler, devletler, vatandaşları için sadece geçimlerini sağladıkları bir mekân olur.

         Rusya’nın Ukrayna’ ya saldırısında da gördüğümüz gibi, devletler ve milletler her zaman kendi öz güçlerine, milli varlıklarına güvenmeli. Uluslararası kuruluşlar ve dost gözüken devletler, Ukrayna işgal girişiminde olduğu gibi hayal kırıklığına uğratabilir. O nedenle çocuklarımızı, gençlerimizi, milli bilinçle yetiştirip, zor günler için devlet ve millet olarak hazırlık yapmalı, düşmanca saldırıların üstesinden gelmeliyiz.

      Rusya işgalinde, halkının içinde bulunduğu zor şartları anlatmaya çalışan, Ukraynalı kadın gazeteci sosyal medya ve televizyonlarda şöyle sesleniyor:

     ‘’Tepemize bombalar yağıyor. Tanklar önüne geleni eziyor. Avrupa’nın göbeğindeki koca ülke vahşice işgal ediliyor. 21. Yüzyıl’da 1942’nin (İkinci Dünya Savaşının) karanlığını yaşıyoruz.

       Fakat biz buradayız. Korkarak yaşamaktansa, şereflice ölmek daha güzel…

       Kafasını kuma gömmüş Batı dünyası ise, sadece kınamakla meşgul.’’

         O halde, millet olarak birlik-beraberlik ve bütünlüğümüz sadece sözle değil, pratik yaşam uygulamalarında da korunmalı, birbirimizi ayrıştırma, ötekileştirme ve düşmanlaştırmadan sakınmalıyız. Bireysel, toplumsal ve kamusal hayatımızda eşit, adil, ehliyet ve liyakate, hakkaniyete uygun davranarak, birlikte yaşama bilincimizi üst seviyede tutmalıyız. Çünkü bize yine bizden fayda var…

       Ancak, haksızlık, hukuksuzluk, her türlü zorbalık karşısında susmamalı, görmezlikten gelmemeliyiz. İnsan olarak her zaman hakkın, hakikatin, hakkaniyetin yanında olmalı, insan kalmalıyız…

        Aslında Ukrayna sadece kendilerinin değil, Rus etki ve baskısı altındaki Türk dünyasının ve diğer ülkelerin de özgürlüğünü/bağımsızlığını savunuyor. Rusya Ukrayna’da başarılı olursa hiç şüphemiz olmasın, sıra diğer ülkelere gelecek… O nedenle Rusya Ukrayna’da durdurulmalı, mezalim önlenmeli…

       Sadi Şirazi der ki;

‘’İki şey vardır ki, insan ruhunu karartır;

Susulacak yerde konuşmak,

Konuşulacak yerde susmak’’

     Bir insan haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik, zulüm karşısında neden susar? Ucu kendine, yakınına, mensubiyet duyduğu grubuna, uzanır;  menfaatine dokunur da ondan. Halbuki, ’’Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.’’

         Yapan bizden diye ‘’yanlış’’ı alkışlamak, yalan olduğunu bilerek ‘’yalan’’a sahip çıkmak, akla, mantığa, vicdana sığmayan gerekçeler üreterek, başkalarına haram gördüğünü kendilerine helal /meşru görmek, insani ve vicdani bir yaklaşım mıdır?

          Adaletle, zulmü, eğri ile doğruyu, iyi ile kötüyü, hak ile batılı menfaatine uyacak şekilde değiştirmek, karıştırmak, ezber ve sloganlarla konuşmak, ilkesizlik, tutarsızlık ve cehalet göstergesidir.

          16 Mart 2003’de barış gönüllüsü( ABD’li) Rachel Corrie, Filistinli bir ailenin evinin yıkılmasını engellemeye çalışırken, bir İsrail buldozeri tarafından ezilip öldürüldü. Ancak, haksızlık, hukuksuzluk ve zulme sessiz kalmadı Rachel…

          ‘’Zulüm bizdense, ben bizden değilim‘’ sözlerini miras bıraktı. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmadı…

Öyle ise, bireysel, toplumsal ve uluslararası alanda, kimden ve nerden gelirse gelsin her türlü hukuksuzluğa, zorbalığa, işgale hayır!

Hak güçlünün değil, haklının olmalı…

Vatanlarını kahramanca savunan Ukraynalılara, Kırım, Doğu Türkistan, Filistin’e selam olsun…

Not: Ukraynalı mülteciler için; ‘’Bunlar Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’ tan gelen mülteciler değil, Ukrayna’dan gelen mülteciler… Hristiyan, beyaz, mavi gözlü, sarı saçlı…’’ gibi ifadeler kullanan, kimi Avrupalı, Amerikalı gazetecilerin ırkçı ve insanlık dışı yaklaşımlarını kınıyorum.