Akıl; insanın iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri, faydalı ile zararlıyı birbirinden ayırt edebilme yetisi, düşünme ve anlayabilme özelliğidir.

İlkesizlik ve tutarsızlıkları, çelişkileri fark edebilme, ortaya koyabilme yeteneğidir akıl…İçinde yaşadığımız toplumda daha iyi bir yaşam sürebilmek ve dünyayı iyileştirmek için, Allah’ın insana bahşettiği bu akıl cevherini gerektiği gibi kullanmak zorundayız.

Çevremizde olup bitenleri değerlendirmek, anlamlandırmak, nasıl bir evrende yaşadığımızı kavramaya çalışmak, düşünmeyle, araştırmayla, sorgulamayla olur. İnsan, bunu yapabilmesi için de, okuyup, araştırıp, aklını büyütmeli, düşünce dünyasını genişletmeli... Aklını kendisi kullanma cesaretini göstermelidir…

Aklımızı, vicdanımızı, herhangi bir beşere, ideolojiye kayıtsız şartsız bağlayarak, ön yargılı, taraflı düşünce ve davranışlar içerisinde olursak, kendi bireysel tutarlılık ve karakter bütünlüğümüzü ortadan kaldırır, kimliksiz, kişiliksiz hale düşeriz. Helal süt emmişlik hasletimizi, adalet, hakkaniyet duygumuzu kaybederiz.

Herkes kendi akıl danesine (bilgiçlik taslayarak akıl veren) boyun eğerek, teslim olursa, toplumsal bölünmüşlük ortaya çıkar. Her kimse doğru kabul ettiği inanç ve ideoloji adına kötülükler yaparak, hakkı olmayana el uzatarak, günah ve suçlar işler…Uydurulmuş gerekçelerle bunu kendine hak görme sapkınlığına yönelir….

Oysa, insan zihnini kirleten, oradan toplumun çürümesine yol açan, en tehlikeli ve zehirli durumların başında aklını kullanmayıp, başkalarına tabi olmak gelir. Akıllarını kullanarak doğru yolda ilerleyemeyen, olayları-olguları sorgulayıp, yanlış ve eksikleri tespit edip, dile getirme cesaretini gösteremeyenlerin, bir yenilik ve ilerlemeyle, toplumsal gelişmeye katkıda bulunmaları beklenemez.

Halbuki, kendi mahallemizden çıkarak, bizim gibi düşünmeyen, yaşamayan insanların da en az bizim kadar değerli olduğunu görmeliyiz. Elbette, tek doğru bizim doğrumuz değil…İçimize kapanarak, kulağımızı gönlümüzü tek bir sese verir, sadece onu duyar, dinlersek, akıl, mantık ve düşüncemiz, hep aynı çemberin içinde dönüp durur, gelişemez…

Örneğin,, her gün aynı gazeteyi okur, aynı televizyonu izler, aynı kimseleri dinlerseniz, sizi aldatıp, kandırıp, yönlendirmeleri, yanlış algı oluşturmaları kolaylaşır…Kendi dünyamız dışında olup-bitenleri göremez, farklı düşünmeye cesaret edemeyiz…

Karşı mahallenin neyi nasıl düşündüğünün, yaşadığının farkına varamayız. Farklılıklarımızla birlikte, hoşgörü anlayışı içinde yaşama kültürümüz zafiyete uğrar. Oysa, insanlar fabrika ürünü robotlar değildir. Herkesin aynı düşündüğü yerde, kimse düşünmüyor demektir.

Merhum İlahiyat hocalarımızdan Prof.Dr. Hasan Onat’ın ifadesiyle;

’’ Farklı görüşlere katlanamamak, zayıflık belirtisidir. Sizin gibi düşünmeyenlere hakaret etmek, onların yaşam alanını daraltmaya çalışmak, insanı insan yapan damarların kurumaya başladığını gösterir. Hayat, farklılıklarla birlikte vardır.’’

Demek ki, farklı düşüncelere tahammül gösteremeyip, onlardan çekinmek, yaşam alanlarını sınırlamaya çalışmak, aslında kendi fikir, düşünce ve yaşam tarzına güven eksikliğinden kaynaklanır. Bilindiği gibi, yönetim biçimimiz olarak tercih ettiğimiz demokrasi de zaten, farklı düşüncelerin barış ve hoşgörü içinde rekabet ettiği yönetim biçimi değil midir?

Öyle ise, insanı insana kul eden, insanın özgür birey olmasını engelleyen, insan akıl, irade ve düşüncesine değer vermeyen yapılardan, hiçbir topluma hayır gelmeyeceğini bilelim…Çünkü, aklını kendisi kullanan şüphe eder, sorgular, iradesini başkasına teslim etmez. Körü körüne itaat etmez, sorumluluk alır. Sormadan, sorgulamadan hiçbir kula teslim olmaz. Zihinsel gerilik yaşamaz. Bilir ki, başkası onun adına düşünüyorsa okuma -yazma bilmesinin bile bir anlamı, önemi yoktur.

Çünkü, bir toplumda zihinsel geriliğin yaygınlaşması, her türlü gerilikten daha tehlikelidir ve tedavisi zordur. Çeşitli ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel geri kalmışlık iyileştirilebilir, düzeltilebilir. Kötü yasalar iyileri ile değiştirilebilir. Lakin, zihniyet geriliğini düzeltmek için, yüzyıllar gerekebilir…

Demek ki, toplumsal gelişme ve kalkınma için alkışa değil, akla, bilime ihtiyacımız var…

O zaman, şu ilahi hitaba kulak verelim;

‘’Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu, kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.’’(İsra,36)

Görüldüğü üzere, düşünmek, akletmek, aklı etkin kullanmak Allah’ın bir emridir.

Göz, görmek için,

Kulak, duymak için,

Akıl, düşünmek, sormak, sorgulamak içindir.

Aklı olup kullanmamak, gözü olup görmemek, kulağı olup duymamak gibidir.