Kapitalizmin kentlerde yarattığı daha fazla üretme, tüketme, kazanma ve harcama histerisi; bencil, yaratıcılıktan uzak, estetikten yoksun, doğa ile uyuşmayan hatta doğanın kökünü kazıyan yapıları ve karakterleri doğurmuştur. “İyiysen değil; güçlü ve zenginsen kazanırsın.” anlayışı, kapitalizmin kültüre nüfuz ettiği bu yerlerde temel ilke haline gelmiştir. Halbuki doğanın ve insanın mayasında, derununda onu anlamlandıran, almaktan ziyade sahip olduğu değerleri, kazanımları paylaşmak yer almaktadır.

 

Bir şey asli cevherinden koparılırsa özünden uzaklaşması, mana kimliğinde silinmelerin, kaymaların, kırılmaların baş göstermesi zarurileşir. Dünya ölçeğinde coğrafyalar, kentler, insanlar; temel değerlerinden, özgünlüklerinden ve yaşanabirliklerinden uzaklaştığında, yapı ve özellik yönünden yabancılaşma, parçalanma ve ötekileşme gündemde önemli bir yer tutmaya başlar. Geçmiş yüzyıllarda bazı düşünürler, yaşamsal krizin eşiğine gelen ülke, vatandaş ve kentler için ütopya (olmayan iyi yer) ya da distopya (kötü yer) imgeleri üzerinden yeni yaşam yerleri hayal edip yazıya dökmüşlerdir. Megolimanya da bu hayal ürünü kent kurgusu bağlamında bir denemedir. Gerçekte böyle bir yer, dünya üzerinde bulunmamaktadır. Ancak bir distopya olsaydı acaba nasıl olurdu sorusuna; gerçek olmayan, hayali bir bölge üzerinden cevap verme bu yazıda amaçlanmıştır.

 

Megolimanya, bağımsız bir kent ada devletidir. İçinde sadece yerliler değil, başka kentlerin/ülkelerin yabancıları da vardır. Ancak kim yerli, kim yabancı pek belli değildir. Yabancılardaki güç ve özgüven yüksekliği, yerlilerde bulunmadığından yerlilerin önemli bir kısmı öz coğrafyasında geri kalmışlıktan payını alır. Yerüstü varlıklarının zayıflığının aksine zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Megolimanya’da, bu değerlerden haksızca faydalanmak isteyen çevredeki güçlü adakent devletleri egemenlik kurmaya çalışırlar. Megolimanya’da yaşayanların çoğu kendi egosunu tatmin etmeyi nasıl birincil önceliği olarak görüyorsa güçlü adakentler de güçsüz olanları sömürmeyi birincil ve bencil devlet hakkı olarak görür. Bunun için kent yöneticilerini etki altına almayı sağlayacak yöntemler izlerler. Eğer başarı sağlanamazsa, yani kent yöneticileri buna direnirse, yerli olduklarının bilincinde davranırlarsa o zaman sömürgeci kent devletleri ikinci yolu; kent içi farklı tanrılara inanan kitleleri birbirleriyle çatışmaya sürüklerler. Bunun için bedenen yerli gözüken; ancak ruhu yabancılaşmış olanları kullanırlar. Başka devletlerin ajan-dası veya acentası gibi çalışan bu varlıklar Hayal Tanrısı’nın bağlılarıdır. Megolimanya’da Hayal Tanrısı’na inanan kitle oldukça kalabalık olup poker yüzlü bir görünüme sahiptir. Durgun suda merhametli, eline fırsat geçtiğinde kendi halkına en ağır zulümleri yapacak kadar acımasızdır. Hayal Tanrısı’nın kendisine düşmanmış gibi gözüken kardeşleride vardır. Onun gücünün yetmediği yerlerde bu Tanrı kardeşler en güçlüsünden başlayarak devreye girerek birbirlerine destek verirler.

 

Megolimanya’da her türlü mesleki faaliyeti icra edecek yurttaş vardır. Ancak işlere yarım yamalaklık, ürünlere bozukluk karıştırıldığından kişiler arası güven krizdedir. Pazarcı, meyve ve sebzenin çürüğünü; din adamı, yorumun işine gelenini; usta, malzeme ve emeğin kötüsünü; memur, işi baştan savmayı; öğrenci, bilginin belgesini; öğretmen, eğitimin kırıntısını, doktor, sağlığın irintisini; yönetici, adaletin sürüntüsünü; siyasetçi, vaadin imkansızını verir. Kentte yaşayan insanlar; inandığından ve olduğundan başka türlü görünme çabası içindedirler. Yükselme tutkusu, para kazanma kaygısı yokmuş gibi gösterilir. Herkes kısa süren bir hayat içinde “iyi olma” ve “iyilik yapma”dan başka bir hazine olmayacağını ve bu doğrultuda yaşamaya çalıştığını iddia eder. Tiyatro, çok sık oynanan bir sanat dalıdır. Maskeleme oyununu hakkını vererek oynama konusunda büyük yetenekler vardır.

 

Ada’da en fazla inanılan din, "Kallavilik"tir. Çok tanrılı bir dindir. Sağlamcılığa önem verilir. Fayda veren her şey kutsanır. Mal, mülk, insan, yiyecek, makine, bürokrasi, ev, para, siyasetçi, işadamı, din adamı vb. Yalnız Kallaviliği kendisine göre yorumlayan gruplar da az değildir. Kimisi kalite kallavi fiyat cüz’i anlayışını takip ederken, kimileri de para/makam kallavi işi/gücü salla-abi yaklaşımını benimserler.

 

Adanın en önemli problemlerinden biri de su ve suyun kaynağıdır. Herkes suyun kaynağına ulaşmak için kuyu kazar. Ancak bu konuda kimse bencil değildir. Hassasiyet seviyesi o kadar yüksektir ki herkes birbirinin kuyusunu kazma yarışı içine girer.

 

Kentte iyi insanlar da çoktur. Görevini en iyi şekilde yerine getiren, güveni yaşatmaya çalışan, yoksullara, kimsesizlere yardım etmeyi vazife bilen, kazandığını paylaşan, kentine katma değer üretmeye çalışan kesimlerdir bunlar. Halkın huzur, refah ve esenliğini önemserler. Sosyal sorumluluklarını yerine getirme konusunda titiz davranırlar. Selamı kimseden esirgemeyen, herkese güleryüz gösteren, hoşgörüyü ve iyiliği hayat prensibi haline getirmiş kişilerdir.

 

Yerlilerin içinde bir de yerlilerin menfaatlerini kollayan, kente sahip çıkmalarını hatırlatan; ancak bu düşüncelerinden dolayı yerlilerin önemli bir kısmı ve yabancılar tarafından pek sevilmeyen bir grup vardır. Yerlilerin asil ve değerli olduğunu, yabancı güçlere karşı bağımsızlıklarını korumaları gerektiğini hem sözle hem de eylemle ortaya koyan bu kişiler; sınırları çizilmiş coğrafi yerlerinin istiklalini, yerlilerin istikbalini ve bütün dünya yerlilerinin birliğini tesisi amaçlamışlardır. Bunlar, bağımsız olan kentlerine başkalarının müdahale etmesine tahammül göstermeyen, tarihlerine ve kültürlerine aşırı bir bağlılık gösteren kitledir. Onlar için milli bağımsızlık, esas; milli menfaat, gaye; bölünmez bütünlük, en önemli meseledir. Bunun için var güçleriyle mücadele ederler.

 

Böyle bir kentte yaşamak zordur elbette. Sadece içi değil, dışı da problemlidir. Bundan dolayı insanlar, olmayan bu kentle, yaşadıkları yerleri mukayese ederek hem böyle bir kentte yaşamadıkları için şükretmeli hem de yaşadıkları yeri birlik, beraberlik ve dayanışma içinde daha nitelikli, güvenlikli ve insancıl bir hale nasıl getirebileceklerini düşünmeli ve bu çerçevede doğru adımı atmalıdırlar.